31 Ocak 2015 Cumartesi

İnziva

İnziva iyi gelir karmaşada; öyle değil mi? Sadece kendi içlerinde inzivaya çekilmiş olmak da eğlenceli olabilir ve dinginleştirebilir yaralı ruhları... Hele ki o yaralar vatana duyulan hasretin açtığı yaralarsa... En kötüsü de içinde yaşarken onun senden uzaklaştığını görmek, özünü yitirdiğini görmektir... İçinde yaşarken bir parça daha zor sanki... Ölmek üzere olan hastanın yanı başında otursan başkadır hissin, uzağında olsan bambaşka...

Bir avuç topraktır neticede, ne kadar etkilenebilirsin ki? Jeolojik olarak ya da coğrafi olarak algılamayın bu dediklerimi!

Toprak dediysem tırnaklarımla kavradığım, canımın parçasıdır işaret ettiğim...

Karaköy İskelesi'nin tan yeri ağarırken duvarları döven dalgalarını,
Galata Köprüsü'nde salınan martılarımı,
Bulutların arasından hafifçe süzülen güneşin, Galata Kulesi'nin külahına kondurduğu buseyi,
Boğaziçi Köprüsü'nün, adeta hayatı durdurmak için kilitlediği nazlı trafiği,
Beyoğlu'nun karmaşasında inceden duyulan Sent Antuan'ın çan seslerini,
Tatlı insanlarla derin dost sohbetlerine eşlik çilingir sofraları, kan kırmızı üzüm gölgelerini,
Balık Pazarı'nın kıpır kıpır pulları arasındaki Üç Horan'ı,
Süleymaniye'nin turşulu kuru fasulyecilerini,
Sultanahmet'in Ayasofya'sını, Yerebatan'ını, Arkeoloji Müzesi'ni, Çinili Köşk'ü,
Kırmızı tramvayın, tatlı tatlı ilerleyip kalabalıkta kayboluşunu,
Santa Maria Draperis'in onca uğultulu kalabalıkta dünyadan yalıtılmış huzurunu,
Belgrad Ormanı'nın yemyeşil ve mis gibi mültecilerini,
Tarabya'nın sabaha karşı oltacılarını,
Haliç'in tuttuğu Eminönü'nün elini,
Nişantaşı'nın, Etiler'in, Maslak'ın, Bebek'in ruhsuzluklarını,
Caddebostan'ın, Kadıköy'ün, Rıhtım'ın, Moda'nın samimiyetini,
Bostancı'nın, Suadiye'nin ağırbaşlılığını,
Dragos'un, Kalamış'ın denize geçmiş kayalıklarını,
Tahtakale'nin, hanların, Ali Muhiddin Hacı Bekir'in damağıma sıvanan tarihlerini,
Mandabatmaz'ın kırk yıl hatırlık telvesini,
Dikilitaş'ın, Laleli'nin, Aksaray'ın, Harem'in, Esenler'in yalnızlıklarını,
Tophane'nin, Cihangir'in, Galata'nın, Sarıyer'in isyankar sessizlikleriyle kendi içlerinde kalışlarını,
Çukurcuma'm, Karaköy'üm, Zekeriyaköy'üm, Emirgan'ım, Baltalimanı'm...
Rumeli Kavağı, Anadolu Kavağı, Beylerbeyi, Çengelköy,
Arnavutköy, Şişhane, Gayrettepe,
Vefa, İnci, Baylan, Bursa İskender, Karaköy Kahvesi,
Nevizade, Çiçek Pasajı, Pera, Balat
Ve biricik aşkım Galata'm...
Gerçek dostlar, kara güncüler, her güncüler, akşamcılar...

Bu topraklar beni alıkoydular yıllardır... Ruhumu köklerinden bağladı Galata, kilit vurdu kaçış isteğime... Sabah uykunuzdan martı, serçe, karga ve güvercinler eşliğinde çan sesleri, sızan incecik bir güneş ve poğaça kokusuyla uyanıyorsanız, tramvayın sesi, saçlarınızı dalgalandıran rüzgara karışıyorsa müzikli müzikli, pencerenizden Süleymaniye'nin görkemli yüzü ve Unkapanı Kemeri eşlik ediyorsa yalnızlıklarınızın hüznüne, radyo tiyatrolarını martı kanadında izleyebiliyorsanız keyifle yudumladığınız çayınıza katık, sadece boğazınızda düğümlenen sevdanızı koyuyorsunuz giderken yanınıza aldığınız çantanıza...

Tek korkum var şu hayatta: Tam da şu anda burnumun direğini sızlatan vatanıma sevdalı, doyamamış şekilde, aynen Nazım gibi ölüvermek bir solukta... Her gün soluklarca gülmek varken topraklarımda, insanların yozlaşmışlığından uzakta soluklarca ölmek her günün vatansızlığında...

Tıpkı dediği gibi Deniz'in de:
Hadi eyvallah!

14 Ocak 2015 Çarşamba

Hepiniz Yalansınız; Her Şey Gibi...

Bazen en ağır gelendir sessizlik, bazen de en hafifleten... Tek gerçek ise ancak ve ancak kendinin iyi geldiğidir kendine...

Hatırla!: Göbek kordonun bile doğum gerçekleşene kadar seninle; sonrası kopkoyu bir yalnızlık...

4 Ocak 2015 Pazar

İyi Gelenim

Tanıştığımız gün çalıyordu ayrılmadan önce:
http://www.youtube.com/watch?v=eIQsWOC9uJM

Bu hayatta her işimi, her koşulda ve hep kendi başıma yapmak zorunda kaldım. Belki de savaşçı bir tip olduğum için böyle gelişti her şey... Şikayetim yok aslında, böyle olmak beni güçlü kıldı. Her koşulda kendi başıma ayakta kalabiliyorum artık ve hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmadım kendimi bildim bileli. Bu, büyük bir güç.

Bu ülkeden tükürüldüğüme kanaat edip bambaşka yönlere ilerlediğim bir dönem, iş aradığım bir ara yine, bana her koşulda iyi gelebilmeyi başaran ve beni her zaman koruyup kolladığını hissettirip tıpkı anne sütü gibi saf bir ruh haline büründürmeyi becerebilen biri çıktı karşıma...

Bana ulaştığı andan evime girdiğim ana kadar bana hep harika hissettiren, beni kollayan, hayatla ilgili hiçbir endişe yaşamadan sadece onunla olduğum anların tadını besleyen, sıcacık, sevecen, babacan, anlayışlı, nazik, düşünceli, hassas ve çok tatlı bir adam... Bazen düşünürdüm böyle insan kaldı mı diye... Yaşına göre, hatta benden bile çok daha olgun bir şövalye... Tam bir salon erkeği...

Seni tanıdığım için, böyle güzel duygular yaşadığım için çok mutluyum.

Annenin ve babanın ellerini öpmek isterdim böyle bir terbiye verip seni böyle bir evlat olarak dünyaya örnek verdikleri için...

Tanrı'm yolunu hep açık etsin; sana, sağlıklı, huzurlu, hayrıyla bereketli ve güzel bir ömür versin. Her zaman iyilerle karşılaş, kötüleri senden uzak tutsun. Tanrı'm seni dünya döndükçe kollasın ve korusun; tıpkı senin de beni koruyup kolladığın gibi... İyi gelenim... Seni seviyorum. Muah! :)