20 Ekim 2021 Çarşamba

Biri Açık Tutmalıydı Işığı

Bir seneyi geçti. İlk taşındığım zaman, çok kısa bir süre sonra bitişik apartmandaki, benim bitişik dairemden bağırtı ve tartışma sesleri duydum. Bir amca ve bir teyze, gürül gürül tartışıyorlardı. Teyze hakaretleri resmen fışkırtıyordu amcaya. Üzüldüm epeyce... Ruhlarına huzur diledim. Bu tartışmaları, hemen her gün sıkça duyarken bu evde bu kadar negativiteyle nasıl oturacağımı ve buna karşı evimin enerjisini nasıl yüksek tutabileceğimi düşünmeye, çareler üretmeye başladım. Teyze ağza alınmayacak hakaretler ve küfürler ederken amca, susması konusunda teyzeye çıkışıyordu sadece. Zaman geçtikçe aralarındaki sorunun ne olduğunu anlamaya çalışmak için eni konu dinlemeye başladım tartışmalarını. Genel olarak teyze amcaya sürekli kızıyordu. Nadiren sesleri kesilir ya da sadece günlük konuşmalarını duyardım.

Uzun bir sessiz dönemden sonra bir gün, teyzenin inleme seslerini duydum. İçim rahatladı çünkü üzüntü ve endişe başlamıştı seslerini duymadığım için. Çok acı çektiği belliydi. Üzüldüm. Sanırım iğne yapılıyordu günde birkaç kez. Sonra bir dönem yaşanan sessizlik, biraz endişe verdi bana, acaba teyze...

Bu arada, hiç çocuk sesi de duymadığım için, çocukları ya da torunları olmadığını düşünüyordum. Yine de tam emin olamıyordum.

Tartışmalarını her duyduğumda ikisinin de ruhlarına huzur dilerdim, ıslah olmalarını dilerdim. Birbirlerini ne kadar çok yıpratıp kırdıklarını hissedebiliyordum; çok üzücüydü...

17 Ekim 2021 Pazar gecesi, saat 23.30 civarı sokakta bir hareket başladı. Olay yeri inceleme, savcı, polisler, cenaze aracı, başka iki araç... Birinin öldüğünü polis söylerken duydum bir şekilde... Sokağın akustiği öyle ki, resmen salonda konuşuyorlar! "Oğlu, kızı" lafları dolaşıyordu. Yan apartmandaki Meltem Abla'yı gördüm, ağlayarak apartmana doğru yürüyordu. Eyvah, dedim. Kızını sordu, sanırım kızı bir yere gitmiş. İçeri girdi öylece. "Demek ki ben çıkınca olmuş." dedi. Ne olmuş ya?! Neredeyse seslenecektim "kime noldu!?" diye. :(

Meltem Abla, 30 yıl kadar önce, onun diğer yan apartmanında oturduğumuz zaman, annemle dertleşirdi balkondan balkona. Bir küçük erkek çocukları vardı, balkonda oynardı. Balkonlar birbirine bakıyordu yan boşlukta. Bir gün anneme, eşinin kendisini aldattığını hissettiğini söylemişti. Annem ve babam da hep onun içini ferahlatmaya yönelik onu motive ederlerdi. Sonra ayrılmışlar. Meltem Abla, tedavi görmüş, çok zor dönemler geçirmiş; meğer bizimkilerle dertleşirken kızına hamileymiş bir de! Aytekin Ağabey çok içerdi. Ölmüş ayrıldıktan bir zaman sonra.

Bir ara arka odaya koştum, oradan belki kim olduğunu anlayabilirim dedim. Konuşulanlardan anladığım, Meltem Abla'nın oğlunun öldüğüydü ve sesli sesli dua edip durdum o olmasın diye. Kadını da ağlarken görünce ihtimal Gürdal dedim. Zaten çok acı yaşamıştı ve şimdi bir de oğlu muydu?! Bitişik dairede polisler birkaç açıdan fotoğraf çektiler arka odada... O zaman, Meltem Ablalar değildi konu, çünkü onlar alt kattalardı? Sevineyim mi üzüleyim mi!? Bütün gün evdeydim ve/fakat hiçbir ses duymamıştım. Bir adam şikayetçi olmadıklarını söyledi. Görevlilerden biri darp izi olmadığını söyledi. Ön tarafta konuşulurken "Siyah ceket, siyah pantolon." diye bir laf duydum. Üzülmüştüm. Ama o ev... Yoksa?!

Saat 4.00'e kadar sürdü her şey... Birkaç boy ve genişlikteki tabuttan uygun olanı seçip yere indirdiler; kapağını açıp beklediler. Sonra diğerleri getirip tabuta koydular, tabutu arabaya yerleştirdiler. Savcı gitti önce, polisler gitti peşi sıra, sonra cenaze aracı ve diğerleri... Herkes gitmeden önce de suç duyurusunda bulunup şikayetçi olacağını söyledi bir adam. Herkes müthiş sakindi, sanki böyle bir olay olmamış gibilerdi. Karakola gidilecekti, otopsi falan da yapılacaktı görevlilerin belirttiğine göre... Kızı, oğlu, damadı ve eşi de konuşuyorlardı arada, duyabiliyordum. Görevliler kart vizitlerden ve bir banka kartından söz ettiler; maaş kartıymış galiba eşinin dediğine göre ama pek ilgilenmiyormuş da tahminen öyle olduğunu söylüyormuş. Ağlayan yoktu, üzülen yoktu... Sanırım sadece polisler, diğer görevliler ve ben üzülmüştük; adamların baş sağlığı dilekleri havada asılı kalmıştı hep. Ne hazin bir yalnızlık... Sokak sakindi, geçen yoktu pek. Ne kadar da rast gitmişti işler, geride kalanlar için...

Ertesi gün öğlen selada duydum ve camideki cenazeyi gördüm uzaktan. O kadar gitmek istedim ki... Bir şey tuttu beni, belki kendisi istemedi ve orda alıkoydu beni. Yapayalnız bir cenaze... On kişi yoktu. Zaten gece de bir damla gözyaşı döken olmamıştı... Ne kadar üzücü... Çok hayalkırıklığına uğradığımı söylemeyi o kadar çok isterdim ki... O tartışmalardan, ne kadar yapayalnız biri olduğunu hissetmiştim içimde... Yerine yerleşmişti; rahatına, huzuruna ermişti nihayet...

O Pazar gecesi, el ayak çekildiğinde ne salonun ne de arka odanın ışığı açıktı... Biz, biri ölünce, evini karanlık bırakmayız üç gün, mutlaka ışık açık bırakılır. Üç gece arka odamın ışığını açık bıraktım, bilsin istedim o kadar da kimsesiz olmadığını, Yalçın Amca...

https://www.youtube.com/watch?v=1Jyb3HndmtA&list=OLAK5uy_kOzW41E-ZI0jABuGr4uITLcZkEU_AJf9M&index=2

Bostanlı, 20 Ekim 2021

25 Eylül 2021 Cumartesi

Merakli Kucuk Kulakciklar

Gecen sene, evime ilk tasindigim zaman, karsi bahcede oynayan kediler, ruzgarla tatli tatli salinan igne cami ve yasemin agaci beni cok etkilemisti. Sabahin erken saatlerinde kalkar izlerdim uzun uzun; bu, gunluk meditasyonumun bir parcasi haline gelmisti.


Sokagin ilerisindeki evlerin uzerinden bulutlarin sabahin erken saatlerinde ve aksamin alacasinda gunesle boyandiklari renkler ve martilar beni oldugum yere zimbalamaya basladi bu kez de...

Bir binanin ustundeki eski moda T antene konan kuslari izlemeye basladim daha sonra. Ucu konup besi ucuyor, surekli bir kaynasma halinde orayi hareketli kiliyorlardi. Bazen sakince konup sadece dinleniyorlardi hareket etmeden. Bazen de tuylerini temizliyor ve kasiniyorlardi.

Sonra bu kez de sokak lambasina konan kargalari fark ettim. Cogunlukla bir tek karga oraya konup uzun uzun etrafa bakar ve sonra gozden kaybolur. Bazen yagmurlu havalarda cok uzun olmasa da yagmur damlalariyla bulusurlar lambanin ustunde bir sure. Sanirim yagmuru pek sevmemelerine ragmen yagmurda onlara iyi gelen bir seyler var.

Yine bir gun karsidaki sokagin ustunden bulutlari, gogun rengini, bulutlara dusen gunes isiklarini izlerken birden camlardan birinden cikmis siyah iki kulakcik ve islak (kesinlikle eminim!) bir buruncuk gordum! Bu, oydu; zaman zaman sokakta gorup hayranlikla izledigim o koca Alman Kurdu! O an yasadigim sevinci ve mutluluk hissini anlatmakta sanirim pek basarili olamayacagim. Artik evimden biri gibi olmustu. Her salona gittigimde, aklima gelip onu her gormek istedigimde "orada mi?" diye bakiyorum. ^^ <3 Hinzir hinzir basini saga sola cevirip sokagi izliyor. Patilerini de mutlaka pencerenin disina sarkitiyor. :) Kocaman govdesinin icinde yumusacik bir hali var... Belli ki oyunbaz da. En sevdigim haliyse bu tarafa dogru baktigi hali; hani kopekler kafalari karisinca kafalarini yana yatirirlar ya, tam da ona benzer sekilde... Onu ne zaman gorsem muthis bir nese doluyor icime ve mutlaka konusuyorum sanki beni duyuyormus gibi cunku dayanamiyorum, o kadar tatli ki! <3 zipzipzipzip

Hayvanlarla insanlar arasinda farkli bir baglanti var aslinda, cogu insan bunu reddetse ve tamamen farkli ve anlasamaz oldugumuzu dusunse de... Bircok evcil ve vahsi hayvanla bunu deneyimledigim icin o bicimde bakmiyorum bu konuya. Ayni sey bitkiler icin de gecerli. Ozellikle agaclarla kurdugum iletisim hep cok buyulu ve sifali gelmistir bana. Her canlinin bir iletisim kanali var ve bunlar birbiriyle ayni olmak zorunda degil. Her sey bundan ibaret...

5 Eylül 2021 Pazar

Kriz Yonetimi


Tam her tas yerinde sanarken tum taslarin yerle yeksan olmasina alistim gibi... Kabullenisin otesinde, daha derinlerde baska bir betimleme olmali bu durum icin... Kucuk dunyamizda oynadigimiz tanricilik oyunu surekli olarak afallatiliyor bir guc tarafindan; bu noktada, dersimizi alip dogru soruyla ilerlemek tek gercek sonuc doguracak sanci surecidir: "cozum icin hangi yone ilerlemeliyim?" Burada "bunu neden yaptim/yasadim?" sarmali, bir anafor gibi bizi yutacagi icin, tipki mitolojik hikayelerde 'gozlerine bakarsan tas olursun' ya da 'seslerini duymamak icin kulaklarini kapatmazsan cildirirsin' gibi soylemlere benzer sekildeki o sihirli hipnotik cekimden uzaklasmak ve iradeli olmak zorundayiz...


Her insanin bir kriz yoneticisi olmakla birincil goreve atandigini dusunmusumdur. Ulkemizdeki durum daha yogun ve sancili asamalar icerse de tum insanlar hatta tum canlilar icin durum ayni. Terazi dengeyi isaret etse de, mutlak bir gorevi olsa hareketsiz olurdu; dolayisiyla elde dogru semsiyeyi tutmak lazim ipte yururken...

Dogum ilk krizdir. Kendini bilmeye ana rahminde baslayan insan yavrusu, alistigi ve rahatligindan memnun oldugu plasentasindan koparilir, hem de doga tarafindan! Dersler burada basliyor aslinda. Rahme dusen insan bilince ve hatta yuksek bilince sahiptir. her sey kayitlara gecmeye baslar o andan itibaren. Bu noktada dogru bir ebeveyn modeli cizmek gerek. Bununla ilgili bir on egitim sureci olmadigi icin yaz boz tahtasi gibi duse kalka, cocukla beraber deneyimlenip ogreniliyor sanirim... Onemli olan travmalari sadelestirmek; cunku travma yasanmayan bir hayat olduguna inanmiyorum. Bu noktada da kriz yonetimi devreye giriyor.

Elinde cam bir bardak var diyelim; yere dusurdun ve kirildi. O anda ne olur ilk olarak? Elbette, cenazeyi kaldiririz; cunku bu dis hasar icsellesmis bambask ahasarlara yol acabilir. Dogrudan cozume yururuz hem de tedbir alarak! ('dur, gelme, ayagina batar!)

Hep monotonluktan sikayet ederler (ben hic etmedigim icin kendimi katmam buraya); bu durum hayat genelinde ne kadar gecerli? Yani hayat beden sistemlerinin surekliligi ve "rutini" uzerine kurulu arkadasim, sen neden bahsediyorsun?? :)))) Ben monotonluktan sikayet edilmesini, pekistirilmis ogrenilmis caresizlige bagliyorum. Yani sira, onune hazir care konan kisi de genel anlamda mutlak olarak mutsuzdur; caba sarf etmedigin hicbir sey seni mutlu kilmiyor, iluzyonlar disinda hissedemezsin yani.


Biriyle gergin bir tartisma esnasinda ne olur? Dogru olan, o anda sessiz ve sakin kalmak. Bu da farkli yonde, hareketin ters yonunde bir kriz yonetim sekli. Hayat o kadar cesitli ki, ilginc yontemler kesfedebiliyor insan, cozume ulasmak icin.

Ornekler cok fazla aslinda. Biraz uzerinde dusunulmesini istiyorum; her seyi tepsiyle buraya hazir birakmak istemedigim icin buraya bir nokta koyup etrafta ucusan muhakemelerle sizi orada birakmak isterim.

Bostanli, 5 Eylul 2021

Bosluklari D(oldurunuz)!/Kill In The Blanks!

Agaca cikip meyve koparirsin; sapi elinde kalir, meyve agacta ve uzanamazsin, boyun yetmez ki... O bosluk dolmuyor iste; cunku o meyvenin tadi baskaydi ve hicbir zaman o tadi alamazsin diger kopardigindan... Hepsi kendine has tat ve kokuya sahip cunku... Aslinda orda sana doga anlatmaya calismis sonraki olacaklari ama iste cocuk halinle guvenmek istiyorsun saga sola... :)

Ailene guvenip hayatinin yonunu degistirirsin ve/fakat verilen sozler tutulmadiginda da onun copu kalir elinde. O boslugu da dolduramaz hicbir sey...

12 telli klasik gitar dersi alacagin soylenip hicbir mazeret belirtilmeksizin o sozun buyuk, iri bosluguyla basbasa kaldigin zaman artik verilecek sozlere guvenin de kalmiyor, yasin istedigi kadar 8 olsun... Bu bosluk tarifsiz acir...

Birine guvenip kalbini tutarsin; her sey o kadar farkli hale gelir ki, erdemlerin seni istenmeyen hale getirir. Oysa tum kusurlariyla ve sana tum uyumsuzluguna/uygunsuzluguna ragmen "ragmen" bir sevdadir ve makasi urgana dayadiginda kendi basina, isiksiz kavsakta kalakalirsin, karsiya gecmek icin kipirdayamazsin da. O bosluk da dolmuyor...

Hayallerin olur, tek istegin o topa daha cok dokunmaktir; biri cikar, sana secim yaptirir topmuymus okulmuymus! Yas 16! Biri: Baba formu! O boslugun yaralari asla sarilmaz; cunku belki de tek varlik nedeniydi ve yok oldu... Iste oyle bir sey... Tum omrunu kendini arayip bulamayarak ya da her buldugunu sandiginda kocaman kuyulara duserek gecirirsin. Cikis yolun kabullenistir ama kabullenisin bile bir kocaman bosluga donusur...

Bir ise baslarsin; artik sondur o, olene kadar orada olacaksindir. O kadar heyecanlisindir, fazla fazla calisasin olur. Hollandali yoneticin gider, hayallerin yikilir; cunku Turk yoneticiler, dalkavuk isterler, dedikodu isterler, erk yurutmek isterler, sisteme gore degil bireye gore hareket et, ellerini ovustur isterler, isi yurutmezler. Oradaki o bosluk, Turk zihniyetine sahip olmayan ve/fakat Turkiye'de dogmus ve buyumus biri icin hicbir zaman karsilanamayacaktir...

Cocukluk hayalindir; tuhaf isaretlerle karsina cikar. Ilginc bir kendini gerceklestirme hissi olusur ama gel gor ki Napolyon'un insanliga armagani acgozluluk vesilesi yuzunden en kritik donemecte onulmaz bir bosluga gark olursun, ki derin yaradir artik kosesinde...

Dogsun diye 5 sene aglamissindir; dogar, bin turlu hayal kurarsin buyuse de oynasam, beni anlayabilse diye. Buyur, gezegenimiz gibi sogur da sogur! En ihtiyacin olan zamanlarda, "arkadasim sevgilisinden ayrildi; bana ihtiyaci var, yaninda olmaliyim." deyip sen onu ziyarete gitmisken cekip gider ama aile yemegi yenecek yerde yer ayirtirken sigaraya alerjin oldugunu goz onune almadigi gibi, yer degistirmek icin konustugunda ve cozdugunde bu durumdan utancini belirtir. Sen ona bunu onun basta rezervasyon yaparken belirtilmesi gereken bir ayrinti oldugunu soylediginde "onu hatirlayamicam valla" deyip seni duvara toslatir. Boyle bir boslugun acisini pek betimlemek olasi degil a dostlar...

Gun gelir "Ulan bu ulke beni tukuruyor; gideyim o zaman bari..." der ceker gidersin bir gemiye binip. Tam buldugunu sanarken aslinda hic de bulamadigin kocaman bir para harcatma sistemine cekilen kucucuk cocuklari ve ailelerini gorup daha ilk gun ait olmadigin o yerde en azindan 1 sene disini sikmaya karar verirsin ki ulkendeki etiket meraklilarinin burnuna sokacagin bir yurt disi yasantin olsun! Yersiz yurtsuzluk boslugu fecaattir; dusmanimi sakinsin...

Hayatin artan bosluklardan ibaret oldugunu ve hicbirinin dolmamasi gerektigini, dolduruldukca/doldurulmaya calisildikca buyuk buyuk acilarin kaynastigini, kaybolan puzzle parcalari gibi yok olanlarin ardindan onune bakip bosluklari cansiz hale getirip oldurmek gerektigini anliyorum sanirim artik...

En sevdigim bosluk, yazi yazarkenki uzun cubuk seklinde olan, nam-i diger "space" :)))) Nefes aliyorsun, sarjor dolduruyorsun, ivme kazaniyorsun, umutlaniyorsun, atiliyorsun, mutlaniyorsun, heyecanlaniyorsun... Hayatta onem verilmesi gereken baska da bosluk yok zaten. Sizi temin ederim. <3 ^^

Bostanli, 5 Eylul 2021