Bir seneyi geçti. İlk taşındığım zaman, çok kısa bir süre sonra bitişik apartmandaki, benim bitişik dairemden bağırtı ve tartışma sesleri duydum. Bir amca ve bir teyze, gürül gürül tartışıyorlardı. Teyze hakaretleri resmen fışkırtıyordu amcaya. Üzüldüm epeyce... Ruhlarına huzur diledim. Bu tartışmaları, hemen her gün sıkça duyarken bu evde bu kadar negativiteyle nasıl oturacağımı ve buna karşı evimin enerjisini nasıl yüksek tutabileceğimi düşünmeye, çareler üretmeye başladım. Teyze ağza alınmayacak hakaretler ve küfürler ederken amca, susması konusunda teyzeye çıkışıyordu sadece. Zaman geçtikçe aralarındaki sorunun ne olduğunu anlamaya çalışmak için eni konu dinlemeye başladım tartışmalarını. Genel olarak teyze amcaya sürekli kızıyordu. Nadiren sesleri kesilir ya da sadece günlük konuşmalarını duyardım.
Uzun bir sessiz dönemden sonra bir gün, teyzenin inleme seslerini duydum. İçim rahatladı çünkü üzüntü ve endişe başlamıştı seslerini duymadığım için. Çok acı çektiği belliydi. Üzüldüm. Sanırım iğne yapılıyordu günde birkaç kez. Sonra bir dönem yaşanan sessizlik, biraz endişe verdi bana, acaba teyze...
Bu arada, hiç çocuk sesi de duymadığım için, çocukları ya da torunları olmadığını düşünüyordum. Yine de tam emin olamıyordum.
Tartışmalarını her duyduğumda ikisinin de ruhlarına huzur dilerdim, ıslah olmalarını dilerdim. Birbirlerini ne kadar çok yıpratıp kırdıklarını hissedebiliyordum; çok üzücüydü...
17 Ekim 2021 Pazar gecesi, saat 23.30 civarı sokakta bir hareket başladı. Olay yeri inceleme, savcı, polisler, cenaze aracı, başka iki araç... Birinin öldüğünü polis söylerken duydum bir şekilde... Sokağın akustiği öyle ki, resmen salonda konuşuyorlar! "Oğlu, kızı" lafları dolaşıyordu. Yan apartmandaki Meltem Abla'yı gördüm, ağlayarak apartmana doğru yürüyordu. Eyvah, dedim. Kızını sordu, sanırım kızı bir yere gitmiş. İçeri girdi öylece. "Demek ki ben çıkınca olmuş." dedi. Ne olmuş ya?! Neredeyse seslenecektim "kime noldu!?" diye. :(
Meltem Abla, 30 yıl kadar önce, onun diğer yan apartmanında oturduğumuz zaman, annemle dertleşirdi balkondan balkona. Bir küçük erkek çocukları vardı, balkonda oynardı. Balkonlar birbirine bakıyordu yan boşlukta. Bir gün anneme, eşinin kendisini aldattığını hissettiğini söylemişti. Annem ve babam da hep onun içini ferahlatmaya yönelik onu motive ederlerdi. Sonra ayrılmışlar. Meltem Abla, tedavi görmüş, çok zor dönemler geçirmiş; meğer bizimkilerle dertleşirken kızına hamileymiş bir de! Aytekin Ağabey çok içerdi. Ölmüş ayrıldıktan bir zaman sonra.
Bir ara arka odaya koştum, oradan belki kim olduğunu anlayabilirim dedim. Konuşulanlardan anladığım, Meltem Abla'nın oğlunun öldüğüydü ve sesli sesli dua edip durdum o olmasın diye. Kadını da ağlarken görünce ihtimal Gürdal dedim. Zaten çok acı yaşamıştı ve şimdi bir de oğlu muydu?! Bitişik dairede polisler birkaç açıdan fotoğraf çektiler arka odada... O zaman, Meltem Ablalar değildi konu, çünkü onlar alt kattalardı? Sevineyim mi üzüleyim mi!? Bütün gün evdeydim ve/fakat hiçbir ses duymamıştım. Bir adam şikayetçi olmadıklarını söyledi. Görevlilerden biri darp izi olmadığını söyledi. Ön tarafta konuşulurken "Siyah ceket, siyah pantolon." diye bir laf duydum. Üzülmüştüm. Ama o ev... Yoksa?!
Saat 4.00'e kadar sürdü her şey... Birkaç boy ve genişlikteki tabuttan uygun olanı seçip yere indirdiler; kapağını açıp beklediler. Sonra diğerleri getirip tabuta koydular, tabutu arabaya yerleştirdiler. Savcı gitti önce, polisler gitti peşi sıra, sonra cenaze aracı ve diğerleri... Herkes gitmeden önce de suç duyurusunda bulunup şikayetçi olacağını söyledi bir adam. Herkes müthiş sakindi, sanki böyle bir olay olmamış gibilerdi. Karakola gidilecekti, otopsi falan da yapılacaktı görevlilerin belirttiğine göre... Kızı, oğlu, damadı ve eşi de konuşuyorlardı arada, duyabiliyordum. Görevliler kart vizitlerden ve bir banka kartından söz ettiler; maaş kartıymış galiba eşinin dediğine göre ama pek ilgilenmiyormuş da tahminen öyle olduğunu söylüyormuş. Ağlayan yoktu, üzülen yoktu... Sanırım sadece polisler, diğer görevliler ve ben üzülmüştük; adamların baş sağlığı dilekleri havada asılı kalmıştı hep. Ne hazin bir yalnızlık... Sokak sakindi, geçen yoktu pek. Ne kadar da rast gitmişti işler, geride kalanlar için...
Ertesi gün öğlen selada duydum ve camideki cenazeyi gördüm uzaktan. O kadar gitmek istedim ki... Bir şey tuttu beni, belki kendisi istemedi ve orda alıkoydu beni. Yapayalnız bir cenaze... On kişi yoktu. Zaten gece de bir damla gözyaşı döken olmamıştı... Ne kadar üzücü... Çok hayalkırıklığına uğradığımı söylemeyi o kadar çok isterdim ki... O tartışmalardan, ne kadar yapayalnız biri olduğunu hissetmiştim içimde... Yerine yerleşmişti; rahatına, huzuruna ermişti nihayet...
O Pazar gecesi, el ayak çekildiğinde ne salonun ne de arka odanın ışığı açıktı... Biz, biri ölünce, evini karanlık bırakmayız üç gün, mutlaka ışık açık bırakılır. Üç gece arka odamın ışığını açık bıraktım, bilsin istedim o kadar da kimsesiz olmadığını, Yalçın Amca...
https://www.youtube.com/watch?v=1Jyb3HndmtA&list=OLAK5uy_kOzW41E-ZI0jABuGr4uITLcZkEU_AJf9M&index=2
Bostanlı, 20 Ekim 2021