28 Nisan 2013 Pazar

Beyaz çiçekler, özümdür. :)






Evim mis gibi beyaz çiçekler kokuyor; yasemin, portakal çiçeği, casablanca, manolya, orkide, hanımeli, melisa…












Baygınlıklarındaki karakterlerine hayranım; güçlü, cesur, ne istediğini bilen, kararlı insanlar gibiler.











Çamaşır yıkadığım zaman tüm bina, istilacı asil beyaz çiçeklerim kokar; daha evimin katına çıkarken beni sarmalar. Çamaşır deterjanım, yumuşatıcım, ev kokum, parfümüm hep beyaz çiçekler. Ne zaman kokulu bir şey alacak olsam bu kokulara yöneliyorum. Beyaz çiçeklerin kokusu, içimi ısıtır, bana evimdeymişim gibi hissettirir, beni alıp götürür. Mutsuzken, kaygılıyken ve ağlamaklıyken bu kokuları duyumsayarak rahatlamaya çalışırım.








Annemlerin evine giden yol boyunca hanımeli, melisa ve yasemin ağaçlarının arasından yürüyorsunuz ve başınız dönüyor. Yer yer yoğunlaşan kokular, sizi kendinizden geçiriyor…





Koku, benim için çok önemli. Örneğin; yemek yaptığımda evimin her köşesine dağılan yemek kokusu, bana huzur verir.






Bana göre bir eve yakışan üç koku vardır; yemek kokusu, temiz çamaşır kokusu ve kadın kokusu… Bebekler, kadınların parçalarıdır; anne, bebeği gibi kokar, bebeği annesi gibi… İşte bu yüzden sadece üç koku yaraşır bir eve…

26 Nisan 2013 Cuma

Sadece bugün değil, ben her gün doğuyorum…








Uykum kaçtı, 02.09’du… Kalktım, yine çekti beni içine, beynimdeki yankılar…





Günün en sevdiğim saatleri, uykumun kaçtığı bu saatler. Aslında bu saatlerde sokakları arşınlaya arşınlaya sabahı etmeyi seviyorum… Kimsesiz, hiçbir şeysiz; zaman durmuş gibi…





























Bugün doğmuşum, 17.15’te; tam doğduğum an ezan okunmaya başlamış. Çok komik geliyor, sanki Tanrı “bi şey doğdu, kendinizi kollayın ha!” demiş gibi! :)





34 yıl… Dolu dolu… İstanbul gibi, 34… :) Bunu dedikten sonra yazacak hiç söz kalmadı üstüne…

15 Nisan 2013 Pazartesi

Kararımda yaşarım sadece...

Dün, herşey farklıydı benim için, o ana kadar… Mistik etkiyle bekledim bir karar anı için, zaten çoktan belirlediğim… Ve o an geldiğindeyse pimi çekmiştim hem de uzun zamandır o netliği yaşamanın verdiği açlığın sabırsızlığıyla… Aslında bu kadar uzun sürmezdi karar verip uygulama sürecim de, bu kez farklı oldu; Tanrı, çok yüksek sesle ve çok daha uzun konuştu; O’na kulak verdim. Sonra bıraktı gerisini, hayatın efendisine… Evet, herkes kendi hayatının efendisidir.

Hayat dediğin nedir ki? Sadece kahkahaların gözyaşlarından fazla olsun, yeter; yaşıyorsun zaten. Hızla analiz edip, kararını vermeli ve uygulamalısın. Farkında değilsin ama en fukarası olduğun şey “zaman” ve o yüzden de en değerli olan sensin hayatında; senin zamanın, senin içinden akıyor çünkü… Beynini, ruhunu birleştirip yoğuşarak ak zamanınla beraber!

Hızla karar verebilen biriyim. Hızla ve net bir şekilde karar verip birçok değişik ortama ayak uydururum rahatça. Su gibi, girdiğim kabın şeklini alabiliyorum ama kap uygun değilse de taşıyorum kaptan ya da azıcık kalıyorum içinde. Önemli olan uyumlu olabilmek bence hayatın içindeki her duruma uyabilirsen kendin olarak, o zaman mutlanırsın işte bak! O zaman hüznün bir avuç kalır elinde sadece, mutluluğunu paçalarından akıta akıta gezersin etrafta.





Her an bir karar veriyoruz aslında; her an hayatımızın yönünü değiştiriyoruz. Önemli olan, verdiğimiz kararla mutlu olmamız. Geriye dönüp baktığımızda gördüğümüzle değil, ileriye baktığımızda gördüğümüzle rahat hissedip mutlu ve huzurlu olmamız gerek.

Sallantılı bir hayatı seçmedim hiç. O hayat, beni hep net şekilde sarsar, üzer, mutlandırır, kızdırır, ağlatır, heyecanlandırır. İşte bu yüzden de zamanımı sunduğum herkes nettir. Önümü göremezsem vitesi değiştiremem ve monotonluğu da hiç sevmediğim için aynı vitesle uzun süre gidemem ben. Değişiklik gerek bana; hayatı iyice duyumsayabilmem için kan basıncımda dalgalanmalar olmalı. Öylesine yoğun bir enerjiyle akmalı ki yaşam damarlarımda, başkalarına da enerji, ışık, tatlı bir dokunuş olup içlerini ısıtmalıyım onların; kendimi o zaman gerçekten ve hakkımla yaşamış sayarım… ;)

9 Nisan 2013 Salı

Bazen boğaz çağırıyor beni...

Bazen boğaz çağırıyor beni, bazen içindekiler boğazın... Hep bir heyecan, hep bir curcuna... Ama o kadar sadeleşiyor ki onu her dinlediğimde neşemi de, hüznümü de, öfkemi de, şehvetimi de, içimde o an her ne duygu varsa derinliğine yaşatıyor bana; dibine kadar böyle yaşayabilirsin bu duyguyu ancak, der gibi yarım ağız gülümsüyor bana.


Bir kadının güzelliğinden, arzusundan aptallaşan bir adam gibi aciz kalakalıyorum o çağırdı mı... Gözleri bir içim avuçlar dolusu deniz rengi, saçlarının yumuşaklığı teni uyuşturan ve ahulu kokusuyla baş döndüren hülyalı bakışlarıyla yalnız bir kadın o...