23 Şubat 2015 Pazartesi

"Anne! Dur, biraz daha bakayım İstanbul'uma, n'olur!"

Kadıköy-Karaköy vapurunda anneciğimin omzuna yasladığım başımı, tatlı bir klarnet ve gitar sesiyle kaldırdım; içim geçmiş yorgunluktan...

https://www.youtube.com/watch?v=zWXhnp3lEDI ben de başladım söylemeye yüksek sesle:

"La la la lalala la la la lalala laaa laaa lalalalala laaaa
...
Saçlarını savurur rüzgar Yeditepe üzerinden..."

O anda durakladım; sesim kesildi, gözlerim doldu, dudaklarım titrerken yine de söylemek isteyerek dudaklarımı oynattım sözler sessizce yutağımdan gerilerlerken... Sonunda uzun gidişimin farkına varışıma dair gözyaşlarım yanaklarımdan kaymaya başlamışlardı... Ayasofya, Süleymaniye, Sarayburnu, boğaz... Şöyle baktım arkalara doğru... Evet, artık bu görüntüyü hafızamda yaşayacaktım; İstanbul'umdan, Galata'mdan, ülkemden ayrılıyordu yolum...

Annemse benim gidişimden duygulu yaşarmış gözleriyle bana bakıyordu...

Vapur yanaştı; 5 TL'yi, gitarcı çocuğun şapkasına koyarken gözyaşlarım dökülerek gülümsedim ve "ben gidiyorum; artık siz öpün İstanbul'umun gerdanından..." dedim...

İnince Karaköy İskelesi'nin yanında gözyaşlarım boşalıverdi:

- Anne! Dur, biraz daha bakayım İstanbul'uma, n'olur! Bi' daha göremicem!

Bir süre anneme sarılıp gözyaşlarımı dökerek boğaza, Kadın Şehir'imi seyrettim özlemle...

https://www.youtube.com/watch?v=QMvR4Z3wzqM

İçim sızlıyor doğru
Ama sana git demekten başka yol mu var
Onların doğrularıyla büyürken
İçine hayat çekmek değil kolay
Sesim çıkmıyor doğru

Ama bağırsam kime ne faydası var
Bedelli mutluluklar düzeninde
Yüreğe güvenmek değil kolay
Gerçeğin kenarından hayatın düzenine
Bir yol bulup ben akamadım
Bugün budur pencere yarın kışla yüzleşince
Çok üzgünüm kalamadım

14 Şubat 2015 Cumartesi

Üçüncü Yıl

18 Şubat 2013 UKY
Her adın için bir yıl geçti...

2013, Mart ayının ilk günleri
Ardında sadece yarım bir ayak izini bıraktın ve tropik iklim yerlilerinden aldığın ev yapımı merhemin boşalmış, küçük, pembe kutusunu...

28 Nisan 2013
Mektup verdiğim gün, yorgun ve yılgın gözlerinle adeta beklemem için yalvarmıştın. Birden ortaya çıkmıştın aylar sonra... Doğum günümü öğrenince nasıl da üzüldüğünü ve bu üzüntünü nasıl da saklamayı beceremediğini unutamam.

24 Şubat 2015
Biliyor musun, ruhuna hapsolduğum bu gün buradaki son günüm... Bu şehirden, bu ülkeden... Ne kadar tanrısal değil mi?

"... bekle dedi gitti
ben beklemedim, o da gelmedi...
ölüm gibi bir şey oldu
ama kimse ölmedi..."

Özdemir Asaf

Geçiyor; ölüme bile alışıyor insan...

10 Şubat 2015 Salı

Kar, Beyazdı Eskiden...

Evet... Çocukken kar, en sevdiğim şeylerden biriydi; çünkü:







-657'ye tabi geçti benim çocukluğum; emekli öğretmenler anam, babam. Azla yetinmeyi, gerektiğinde onu çoğaltmayı, gereğince paylaşmayı ve hep onurlu yaşamayı öğrendik biz ta annemin karnındayken.
-Gelibolu'da, Elazığ'da dinlenci yoktu bizim muhitlerde. Görünce de para vermezdik. Yardım edilmesi gereken kişi bu şekilde onursuz olmazdı çünkü; bir şekilde onlara ulaşırdık evlerinden.
-Ar, namus 5 paraya satılmazdı.
-Arkadaşımız tökezleyince elinden tutardık; o kişiye işimiz düşünce değil.
-Büyükler de küçükler gibi yerlerini bilirlerdi; herkesin herkese saygısı insan oluşundandı karşısındakinin ve onun bunun farkında oluşundan.
-Aile kutsaldı; en ufak engelde yürümezse boşanılmaz, arkasından itilirdi ki yürümeye devam etsin. Bu durum da kimselere asla sezdirilmezdi. Ondan eskiden evler hep şen görünürdü.
-Babamız bize her gün ya da her dışarı çıktığımızda bir şeyler almazdı; gereksinim duyulmayan şeyin alınmasının israf olduğu öğretildi bize. Sokakları yırtmadık ağlayarak biz. "Büyüsün de kurtulalım" diye büyütülmedik biz, "büyüsün, adam olsun da başkalarına, vatanına hayrı dokunsun." diye büyütüldük.
-Askere gitmek önemli bir etiketti; bir gün gelip aman "kimse askere gitmesin." diye bir düşünce savunacağım bir anlamsız kurum haline geleceğini asla düşünemezdik.
-Yemeğe tüm aile oturmadan başlanmazdı; ayıptı.
-Komşumuzla her türlü konforumuzu paylaşırdık yoksa ve bu bize hiç de yokluğundan paylaşılır gibi gösterilmezdi; paylaşılan sevgi en güzeliydi.

Benim hoşuma giden şey, başkalarının hayatta kalmasını zorlaşstıracaksa ondan hiç düşünmeden vazgeçerim...

Lütfen sokaktaki canlılara yardımcı olmaya çalışın. Onları sıcak ev ortamınıza sokmayın, sonra yine sokakla baş başa bırakacaksanız çünkü değil mi? Sadece soğuğa ve açlığa dayanmalarına yardımcı bir şeyler yapabilirsiniz... Aklı başında insanlar, çalışıp hayatlarını kazanabilirler; daha çok aklı yitmişlere ve hayvanlara yönelin.

Dilenciye merhamet edeceğinize sokak kapınızı aralık bırakın. Oradan içeri gecesini geçirmesi için koşullarını kolaylaştırdığınız bir dost süzülsün. Zaten yeterince ısınınca çıkacak dışarı; çünkü taşıyabileceğinin fazlasını istemeyecek. Hiç kimse bir kalbin sıcaklığını bırakmak istemez ve o yüzden de bir kalbin kapısı geçici olarak açılınca bu ağırlığı hiç kimse geçici olarak taşımak istemez, içine girmek istemez.

Endişe ve korku değil çözüm üretin.

"Köpekler 17, kedilerse 6 saat aç kalmaya dayanabilirler; sonra donarak ölürler."

"Bir semtin sokak hayvanları sizden kaçmıyorlarsa orada yaşayın; çünkü komşularınız, güzel insanlardırlar."

Yalnızlığın en can acıtan rengi beyazdır; kar da bunlardan biridir.

Sokakta yasayan evsizler için arayabilirsiniz:
Ankara 312 418 66 62
İstanbul 212 455 13 00
İzmir 232 361 71 51
Bursa 224 442 90 08
Kocaeli 262 332 36 66
Eskişehir 222 226 34 16-222 226 34 19
Trabzon 462 230 19 74
153 Zabıta

5 Şubat 2015 Perşembe

Her Kadının İstediği Gibi...

İstanbul nazlı bir aşıktır; tıpkı bir kadın gibi...
Zaman zaman çok çetin ceviz olur, insanın anasından emdiği sütü burnundan getirir, zaman zaman tam bir hanım efendi gibi cilveleşir insanla. Kendisini her ruh haliyle öyle bir benimsetir ki içinden çıkılamaz bir labirentte buluverir insan kendini!
Yenmek yenilmek yoktur aslında onun oyununun kurallarında; o sadece salınır ve belli bir derecede uyum gösterilmesini bekler kendisine, her kadının da beklediği gibi…
İstanbul sabit duruyor; bizler ise ondan geçip sonra zamanımız gelince göçüyoruz.
Ona dikleneni süründüren ama onun suyuna gideni gönendiren ve mutlandıran bir yapısı var bence; tıpkı bir kadının da olduğu gibi... O kadar kin ve nefret hissiyle ona doğru tükürüyorlar ki eteğinde barındırdıkları, onun canını acıtıyorlar ve o da cezalarını veriyor kitabınca! Oysa tek istediği güzel gözlerle bakılması kendisine; tıpkı her kadının istediği gibi, o da ilgi ve beğeni bekliyor sadece.
İstanbul… Kadın Şehir…
Martıların gülüştüğü, lodosuyla boğazının oynaştığı gizemli bir otantizm içinde kendi halinde bir eşarptır aslında. Her giyeceğe yaraşır ama yakıştırmayı bileceksin; hep ondan beklemeyip biraz da sen ona yakışacaksın... Yoksa ancak "İstanbul, sen mi büyüksün ben mi büyüğüm?!" den ibaret kalır söyleyeceğin ve duyacağın da sıkıntılara boğulacağın bir geleceğin başlangıcı bir sessizlikle yoğrulacaktır...


O ise, sadece, tüm saf duygularla gösterilecek bir saygıyı bekler, sıcak ve içten ilginin yanında; tıpkı bir kadının da istediği gibi…



Mutfak penceresinden içeri bakandan mutfaktaki adama...

... O pencereden içeri iyi ki bakmışım... Olduğunu sandığından da çok şeysin...