İstanbul nazlı bir aşıktır; tıpkı bir kadın gibi...
Zaman zaman çok çetin ceviz olur, insanın anasından emdiği sütü burnundan getirir, zaman zaman tam bir hanım efendi gibi cilveleşir insanla. Kendisini her ruh haliyle öyle bir benimsetir ki içinden çıkılamaz bir labirentte buluverir insan kendini!
Yenmek yenilmek yoktur aslında onun oyununun kurallarında; o sadece salınır ve belli bir derecede uyum gösterilmesini bekler kendisine, her kadının da beklediği gibi…
İstanbul sabit duruyor; bizler ise ondan geçip sonra zamanımız gelince göçüyoruz.
Ona dikleneni süründüren ama onun suyuna gideni gönendiren ve mutlandıran bir yapısı var bence; tıpkı bir kadının da olduğu gibi... O kadar kin ve nefret hissiyle ona doğru tükürüyorlar ki eteğinde barındırdıkları, onun canını acıtıyorlar ve o da cezalarını veriyor kitabınca! Oysa tek istediği güzel gözlerle bakılması kendisine; tıpkı her kadının istediği gibi, o da ilgi ve beğeni bekliyor sadece.
İstanbul… Kadın Şehir…
Martıların gülüştüğü, lodosuyla boğazının oynaştığı gizemli bir otantizm içinde kendi halinde bir eşarptır aslında. Her giyeceğe yaraşır ama yakıştırmayı bileceksin; hep ondan beklemeyip biraz da sen ona yakışacaksın... Yoksa ancak "İstanbul, sen mi büyüksün ben mi büyüğüm?!" den ibaret kalır söyleyeceğin ve duyacağın da sıkıntılara boğulacağın bir geleceğin başlangıcı bir sessizlikle yoğrulacaktır...
O ise, sadece, tüm saf duygularla gösterilecek bir saygıyı bekler, sıcak ve içten ilginin yanında; tıpkı bir kadının da istediği gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder