Not: Bu yazımın, Dünya Kadınlar Günü’yle hiçbir ilgisi yoktur. O düşüncenizden arınarak okuyunuz.
Elleri yumuşacıktır bir kadının; nasırı acıtmaz teninizi. Evet, hem de öylesine nasırlıdır; her işini görebilecek yetkinliktedir çünkü. Dayanıklıdır zorluklara, korkulara, acılara, aşklara; hepsine dayanabilir ve sonunda da yine dimdik ayakta kalabilir.
Yaptığı yemeğe tüm ruhunu eker. O yemeği yerken kadının bilgeliğini, huzurunu, dinginliğini ve anlayışını yersiniz aslında. İyi hissetmeyince yemek yapmaz bir kadın; çünkü bilir ki yapacağı yemeğe ruhu katılır ve eğer iyi hissetmiyorsa da o yemekten hayır gelmez. Yapmayıverir yemek canı sıkkınken; dışardan söyler, aç oturur, kuru ekmek yer ama sanatını kirletmez…
Hüzünlendiği zaman birilerinin o hüznü gidermesini, sinirlendiğinde birilerinin kendisini yatıştırmasını beklemez. Kendisi ilacı olabilir kendisinin. Evet, ilgi ister, sevgi ister, sığınacak bir sine ister gücü azalınca ama olmadığında da sanki hiç de böyle istekleri yokmuş gibi ayağa kalkıp üstünü silkeler ve yoluna koyulur. O anda kalbi taşlaşabilir çünkü yalnızdır. Aslında hep yalnız olduğunu bilir. Bir tuvale vurulan fırça darbeleri gibidir hayatına giren herkes; eşi, dostu, anası, babası, kardeşi… O, aslında hep yalnızdır.
Düşünmek isterse asla konuşturamazsınız bir kadını; ona dokunamazsınız o istemedikçe bakışlarınızla bile. Bakışlarıyla tüm isteklerini yaptırabilecek güçtedir. Dumanlı bakıyorsa yaklaşamazsınız; ruhu çoktan uzaklaşmıştır bile. Yeterince zaman geçince geri gelir. Geri geldiğinde bakış açısını daha da genişletmiş, daha dingin bir hale gelmiştir ruhu. Uzun da sürmez çünkü ne istediğini bilir.
Modayı ölesiye takip etmez, boyalara ölesiye gereksinim duymaz bir kadın. Özgür ruhunun yönüne göre süsler kendini ve asla bir erkek için yapmaz bunu. Tek istediği aynada başka birini görmektir bazen, hayatın boğucu buharını silip bakınca karşısında başka birini görme isteği… Bunun asla olamayacağını da çok iyi bilir; ama bazen o kadar yorulur ki ruhu o bedeni taşımaktan, bedenini değiştirip yeniden başlamaya çalışabilir oyuna.
Tertemizdir kadın dediğin, içinde kötü niyet olmaz. Kimsenin kötü hissetmesi için istekte, eylemde bulunmaz. Oyunlar oynamaz; merttir. Yerinde ve zamanında davranmayı bilir ama hep dürüstçe ve mertçe koyar tavrını ortaya. Kaçacak bir şey olmaz. “Acısıyla, tatlısıyla”dır onun hayatı.
Özel hayata saygısı sonsuzdur. Kendi alanına girilene kadar özel hayatlara hep saygı duyar. Anlayışı, şatafatlı sadeliği gırtlağınızdan ruhunuzun derinliklerine doğru yuvarlanıverir. Birileri istemedikçe o birilerinin yaşantı köşelerini sorgulamaz; bilir ki eğer gerek görülürse anlatılacaktır yoksa zaten konuyla ilgilendirilmemiştir. Haddini bilir, hem de çok iyi bilir.
Söz verdi mi tutar. Tutamayacaksa gerçekten bir nedeni vardır geçerli ve bunu da hemen bildirebilecek kadar alçakgönüllüdür.
Analiz yeteneği çok gelişmiştir; çok uzun süre düşünmesi gerekmeden kararını verebilir. O karardan da asla pişmanlık duymaz; çünkü düşünürken tüm yollarda yürüyüp kendisi için en iyisini seçmiştir o kısa sürede.
Kalbini de aklını da ortaya koymayı bilir kadın; yeri gelince kenara çekilmeyi de… Hırs yapmaz. Öc almaz; bilir ki onun için tüm adalet sağlanacaktır. Sadece bırakır. Ona ilişmeyene o hiç ilişmez; kendisine olan saygısından…
Sorsa da gerçek yanıtı her zaman bilir o; sadece cesur birini ister karşısında ve o yüzden sorar, bildiği yanıtın sorusunu.
Onuru için yaşamalıdır her insan ama bir kadına onurlu olmak, bir başka yakışır. Gitmek gerekince gider, eteğini kıvrım kıvrım uçuştururken kaldırımda yeni yönünü çoktan çizmiştir. Bir daha kokusunu bile duyamazsınız ayrıldığı yerde. Öyle onurludur.
Gurur yapmanın ne kadar aptalca bir şey olduğunu bilir ve zamanında elinden geleni yapar. Zaman dolunca da arkasına bakmaz; içi rahattır…
Bunların dışında da dişiler vardır; ama onlar, kadın değildirler.
Can arkadaşım Buğra Ersavaş’a sevgilerimle...