30 Ağustos 2013 Cuma

Yayan Sev Kadın Şehri...

Kadın Şehir, yayan yaşanır; sürekli tekerlek tepesinde onu yaşamaya çalışarak ne kadar güzel olmasını bekliyorsun ki? İn de biraz yürü. Adımlarınla okşa ister gerdanını; gecenin acı ayazlarında gözyaşlarını biriktirip güneş tenini kavururken anlatır sana... İn ve yürü; işte o zaman İstanbul'u seveceksin...

29 Ağustos 2013 Perşembe

Samuraylar gözyaşlarını tutmazlar


Tokalaştığımızda dikkatimi çekti sesin; hem çok yumuşak hem de tam bir savaşçı gibi cesur ve meydan okuyan cinsten bir ses. Ying ve yang gibi… Gölgeleri öper gibi dinleniyorsun konuştuğun zaman…

Sanki en kızgın anlarda bile konuştuğun an tüm gerginlik yatışacak gibi. Gözü dönmüş hallerini seviyorum; bana umut veriyor. Bu ihtirasından gerçekten etkileniyorum. Vatan ateşiyle yanıyorsun ve başka hiçbir şeyi umursamıyorsun. Bu kadar cesur başka birini sanırım henüz tanımadım.


Bugün fark ettim ki kirpiklerin upuzun. Açık kahverengi ve parlak gözlerinin etrafında, sazlıktaki bambular gibiler çepeçevre…




Saçlarının kıvrımlarına yerleşip bakışlarının gölgelerinde soluklanmak istiyorum. Öpüşlerinin izindeyse ne çok acı var sakladığın… İki dudağının arasında, istersen bir çırpıda oradan çıkarıvereceğin kocaman bir kördüğüm gömülü…


Dokundukça kırıyormuşum gibi kırılgansın aslında ama bir o kadar da mağrur, soğukkanlı ve katısın sanki.

Ellerin sıcacık; sanki her dokunuşunda tenime bir elbise giydiriyormuşsun gibi kuşatıyorsun tüm auramı. Sırtımda, omurgam boyunca ve boynumda bir sızı olarak kalıyorsun kapıya doğru ilerlerken isteksizce…




Nihavent bir hayatın aruz ölçülü uyaksızlığı gibisin; o denli karmaşık, o denli yumuşak ve o denli sertsin, kendine bile… Yine de gözyaşların hep özgür; akabildiğine, taşabildiğine… Gönlünce…

Saçlarının kıvırlarından öperim seni, bu şehrin samurayı...


24 Ağustos 2013 Cumartesi

Buram buram Kınalıada...

Ada kokusunun karanlığında, cırcır böceği ilahileri udun teline büklüm büklüm sarmaşan akordeonun sırma sesinden hallice okşuyor genzimi... Şehrin çetin gürültüsünden yükselen sahici, acılı bir meydan okuyuş, ipek dalgaların canını yakıyor bir sevda celladı misali...


Kirpiklerimde ufkun buğulu tadı, gelmez beklenen yolcu ırak umutlardan... Ah Goran... Ada, deniz, ışıkları şehrin ve dumanlı başıma yastık dizlerin var bir tek eksik burada sevgilim...

Bilinenin bilinmeyene özlemi, sızıdır yalnız bir kadın gerdanında...









Uçsuz ruhunda şehir sonlu mavinin, yastıktan iyot kokusu ve kuş sesleriyle sendeleyip ayağa kalkıyor yoğrulmuş kırgın boyun... Gözler alabildiğine mavi, ciğerler dolabildiğine deniz ve ruh olabildiğine huzur şimdi nazenin yalnızlığında yorgun hayatların...

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Tanıştırayım; dünyanın en güzel, en cesur, en içli ve en güçlü kadını: Rakı...


Rakıyı, kadınsı bir zerafetle, yudum yudum, kederine, neşesine, tadına vara vara yuvarlayacaksın geçmişe doğru...

Zeki'ler, Müzeyyen'ler, Tanju'lar, Ayşe'ler, Dimitri'ler, Despina'lar kulağının pasını, rakı ruhunun yasını akıtacak teninde tepeden tırnağa...

Cam cama değil, illa ki can cana tokuşturacaksın sırça savaşçıları...

Edebinle oturup o masaya, edebinle kalkacaksın o masadan; çünkü rakı, öbür kadınlara benzemez, utancından şişesini eline alamazsın bir daha yoksa... 

Rakı; varsa yoksa rakı...

"Şerefe!" der, şerefimizle içeriz...