Kocaman bir balon şişirip tekrar çiğnediğim sakızımı çıkarıp tabağın kenarına iliştirdim. Küçük ve temkinli bir yudum alıp tabaktan çıkan hafif çınlamayla fincanı yerine koydum. Düşündüm de dün, ben kahve sevmiyorum öyle ama 3 gündür bir kahve isteğidir gidiyor! Çaycıyım ben ya, kahve neden içiyorum ki?! Bu şaşırtıcı ama keyif de veren değişiklik dönemsel mi bilemiyorum ama çamaşırlar yıkanırken yaptığım kahveyi yudumlamak, inanılmaz bir keyif verdi bugün... Evimin içinde savrularak birbirine karışan yeni yıkanmış, tertemiz, mis gibi çamaşır ve tazecik acı kahve kokuları...
Kahve, yalnız bir içkidir; oysa çay, sohbete düşkündür... Ben de çay severim. Belki aslında insan sevmemden kaynaklıdır; bilemiyorum. Çay demek, insani ruhun sıcaklığı demek benim için. Kederin de, neşenin de sıcacık paylaşıldığı sohbetlere katıktır ince bellideki açık çayım...
Belki de bu ara fazla depresif bir yalnızlık yaşıyorum. Yalnız olmak, hep iyidir. Bedeller, hep kendinden kaynaklanır ve cesurcadır. O yüzden seviyorum aslında ama bazen zaaf anı olunca...
Kendimi bildim bileli kahve hep arka sıralarda kaldı. Süttür, çaydır, meyve suyudur harika ama kahve hep bir sıkıntılı geldi sanki, bir ağırlık...
Biraz Dolunay, biraz sıkıntı, biraz işsizlik, biraz hüzün, biraz hayal kırıklığı ve en çok da toprağa bulanmış ellerime ve dizlerime güç katma çabası için bir nefes alımlık durdurduğum zaman... Her düşüşümden sonra dizlerimdeki kronik yaralarım biraz daha azar ve ellerimle dizlerimi kavrayıp onları iyi ederim kendi kendime... Kanamalarını durdurur, yaraları temizleyip onlara pansuman yapar ve kollarıma tüm gücümü verip tekrar ayağa kalkarım daha da güçlenmiş şekilde...
Tanrı; kendisine gladyatör seçse sanırım biri ben olurdum ya da belki de öyle olmuşumdur bile...
Özgürlük ve adalet için sonsuz cesaret!
Bu kahve, iyi geldi...