Bir bireyin yapabileceği en iyi şey, fark yaratmaktır. Yaşadığı güzelliklerle, sıkıntılarla, çektiği zorluklarla, öldüğü geride bırakmışlıklarıyla, eserleriyle, hakkındalarıyla fark yaratmak...
Bazen kendimize rağmen umutlara koşmamız gerekir. Mecburuzdur, misyonumuz için. Herkes bir misyonla doğar, vücut bulur. İstemesek de o an umutlu olmamız gerekir. Sağlıklı düşünemediğimiz her an misyonumuzu parçalayıp yerle bir ederiz. O anlarda durup düşünmemiz, içimizdeki fırtınaya yön vermemiz gerekir; çünkü kendi fırtınamız, sadece bizi dinler, sadece efendisine köledir. Sıkıntılar, büyük deneyimler, büyük dirençler yaratır. Genişledikçe, evren daha çok içimize girebilir; çünkü daha da büyür ruhumuz, 3. gözümüz daha çok açılır.
Kendimize yarattığımız farkımız; farkındalığımızdır.
"Göz göre göre" değil, gözle görülmeyeni yaşamaktır önemli olan. "Onlar gibi" değil, "onlara rağmen" bir hayatı seçersek başarırız ve pişeriz. "Çoğunluğu karşımıza almak" değil, sadece "çoğunluğun dışında kalmak"tır yapılması gereken. En büyük zevki de meyvelerini toplarken çıkar. Eh, her darlık, bir koridordur ucunda avlu olan; bilirsiniz koridorlar fazla uzun olamaz, mutlaka gün ışığına dökülür koridorun daraltısı... Önemli olan koridoru geçerken tadılan sıkışmışlıkların kekremsi tadıdır damağımızda kalan.
Farkındalığımızı, sıkıntılarımız ve zorlanmalarımız besler aslında. Diyorum ya, farketmek tek yapmamız gerekendir. Hemen şu anı farkederek başlamalı...
13 Ekim 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder