27 Aralık 2013 Cuma

Mujganımda Bir Ümitsiniz Siz...

Bu hayatın, ben seçmeden, bana verdiği iki değerli armağansınız siz ikiniz... Bedenim yanınızda olmadan bile ruhumu ısıtan iki güzel varlıksınız...

Yokluğuma varlık
Yalnızlığıma sıcak birer ses
Gözünüzden beni sakınırken sarp kayalıklara tırmanmamı avuçları patlarcasına alkışlayan
Coşkuyla bana gayret veren
Ağlarken ben, kendi gülücüklerini bana feda eden
Yıllarca beni her koşulda omzunda gezdiren
İşten eve yorgun argın dönmüşken bile bana mutlaka her gün zaman ayıran
Sevgi dolu, sıcacık bir ev hayatı sağlayan
İstediğim bir şey olamayacağı zaman bana açıklayarak olamayacağına beni ikna eden
Bana, gereksinim duyduğum en büyük kudretin kendi benliğimde saklı olduğunu öğreten
Hayattaki en büyük erdemin sevgi dolu olmak olduğunu bana yaşatarak öğreten
Bildiğim doğrulardan her ne koşulda olursa olsun şaşmayacağım kararlılığı bana aşılayan
Saygı göstermenin, diğer insanlardan önce kendine karşı bir sorumluluk olduğunu öğreten
Kötü günlerde daha çok kenetlenerek birbirimize daha çok bağlanmanın güzelliğini yaşatansınız bana...

Bugün 34 yaşında bir eşşek sıpası oldum ve sizin gibi değerli armağanlarımı kalbimin en çocuk yerinde ellerim arkaya gidene kadar sarılarak tutmaktan onur duyuyorum!

Bana bu ömrümde verdiklerinizle, gösterdiklerinizle, yaşattıklarınızla ve anlattıklarınızla tam da şöyle biri oldum:

Hatır için isteksizce yapılanlar aslında yapılmamalıdır; yapmadım hiç.
Hayat; Tanrı'nın bize eşsiz güzellikte bir hediyesidir; üzülünce en çok 3 gün ağlarım.
Sevgiyi paylaşmak, pişmanlık yaşamaktan daha kolay ve keyiflidir; sevdiğimi mutlaka söylerim.
Elden gelen her şey yapıldığında "keşke" denmez; anlayış konusunda cömertim.
Elindekiyle yetinmek çok kolay ve keyiflidir; mutlanmak için nefes aldığımı hissetmem yeter.
Yardım etmenin verdiği doyumu, hiçbir şeyden almam; isteyene mutlaka yardım ederim.
Sorunumu çözemeyecek birine o sorunu anlatmak, işe yaramaz; arkadaşlarıma çok değer veririm.
Sonunda birini kaybetmek de olsa doğruyu söylerim; insan koleksiyoneri değilim.
Birileri güzel bir şeyler yaşarken sadece onun adına gerçekten mutlu olurum; karmaya inanırım.
Biri kötü bir şey yaşarken Tanrı'dan ona yardım etmesini isterim; hesap görmek, Tanrı'nın işidir.
Açlıktan ölsem de onursuzca yaşamadığım için yüzümde tebessüm olacak; onurum için yaşarım.
Ne tür bir saygısızlık görürsem göreyim çizgim bellidir; kendimi çiğneyeceğim bir şey yapmam.
Kalabalıkta bir yalnızlık yaşamaktansa yalnızlığımla sohbet etmeyi yeğlerim; çer çöple işim olmaz.
Birinin yaptığı hata, o birinin yaptığı hatadır; bunun diyetini başkasından istemek, adaletsizliktir.
Tek başına hayata tutunabilmek çok zor ama çok onurlu ve keyiflidir; kimseye boyun eğmem.
Duygular, insanın ruhunun sağlıklı olduğunun ifadesidir; duygularımı saklamam.
İstendiği sürece gerçekleşmeyecek hiçbir şey yoktur; isterim ve yaparım.
Bir tane hayatım var; hiçbir şey ve hiç kimse için tek bir anımı heba etmem.

Anneciğim ve babacığım; sizi çok seviyorum ben ya! :)

Anneciğime ve babacığıma sonsuz sevgi, saygı, minnet ve kucaklarca öpücüklerimle...
Daha nice yıllar beraber olalım inşaallah...

24 Aralık 2013 Salı

İçimde Büyüyüp Duran Bir Peri Gülüşü

Huşu içindeki uykumdan zıplayarak uyandım ve penceremden baktığımda gördüklerim karşısında yine büyülendim... İstanbul... Alevden bir lav gibi çekiyor beni içine... Her gün batımı, çığlık çığlığa ve her gün doğumunda usul usul bana sesleniyor göğün kanayan şelalesi...

Süleymaniye'yi yalayıp geçiyor Suriçi'ne doğru ve o sırtlardan son bakışlarını teslim edip gözlerini yumuyor Kadın Şehir... Tüm güzelliğini seriyor ufkuma cömertliğinin alabildiğine ve dudaklarında uçuşan ezanlara karışıyor batırdığı güneşler... Artık sabahın ilk ışıklarına kadar görünmezliğin boşluğundaki ılımlı yokluğunun tadına varabilirim. Ta ki güneş doğana kadar...

Tan yeri ağardı mı, şafak söktükçe bir ışıltı gibi göz almaya başlıyorsun yine. Boğazdaki pırıltılarda, balıklardaki kıpırtılarda boğuyorsun beni tadım tadım...

Gününe ayrı doyamam gecene ayrı İstanbul... Kadın Şehir, güzel şehir, Masal Şehir, Peri Gülüşü, ne desem ki sana? Nasıl anlatsam ki ruhumdaki yarayı? Seni yaşadıkça, sende yaşadıkça ve sensiz yaşadıkça derinleşen bir aşk bendeki... Eşi ve benzeri olmayan, sonu sorgusu bitmeyen, her sonda yeniden başlayan baki bir kara düğüm... Genzimden geçen her nefeste, damarlarımda devinen her damladasın kadın halimle kadınlığına hayran bırakansın beni...

Lütfet, biraz daha yaşayayım seni; lütfet, Peri Gülüşü'ne biraz daha delireyim. İçime işle, gözümü körelt, teslim al ruhumu da mistik rüzgarlarında sarhoş mecnun gibi yalpalayayım...

Aşkın Şehri'ne, Aşıklar Şehri'ne hayranlıkla...
































19 Aralık 2013 Perşembe

Meğer İpin Ucu Ayaklarıma Dolaşmış! :)




İp sıkı sıkıya dolaştı mı parmaklarına, ruhunu yorar. İpi kaçırmamak için kendini yer durursun. Ha kaçtı, ha kaçacak diye didinirken gücünü kaybedersin. Sonra yaşa yaşayabilirsen o yorgunlukla… Hayat, şehirlerarası otobüs gibi de öyle “30 dakika yemek ve ihtiyaç molası” da vermediği için o eşek o sudan asla gelmez ve kendini yorduğunla kalır, hayatını da zindan edersin şekerim kendi kendine.




Küçükken uçan balon alırdım haftada birkaç gün. O leş gibi lastik kokusu yayılmaya başlayınca patlatıp çöpe atardım ya da zaten ben oynarken patlatırdım ama hiç kaçırmadım balonumu. Bazen ben çekerdim onu, bazen o beni çekerdi. Ne hep o beni çekti ne de hep beni çektim. Hiç de kaçmadı ama işte…

Bir şeye ne kadar çok asılırsan o kadar çok yaklaşırsın ona ama bir yerden sonra o asılmalarla kendine zarar verirsin artık. Buna ekonomi dilinde marjinal fayda azalması deriz. Hüseyin Karakayalı’nın kulakları çınlasın. J

Hayat; uçan balon gibidir. Binbir türlü hava koşulunda hareket ettiğini düşünürsek senin çabaların bir üfürüktür sadece. Ne kendini ye, ne beni ye yav! Akışında zaten her şey. Seni reddetsinler başvurduğun işlerden; beyaz duvarına sıçrasın dökülen kırmızı şarabın damlaları; ayağın kaysın da yere kapaklanacakken son anda dengeni koru ama dizini incit; ev sahibinle kavga et de bir gece kalakal ortada evsiz barksız; evini su bassın; yanından geçen kendini bilmez, yolun tüm çamurunu giydirsin üstüne; 40 derece ateşle yat bir başına; sev ama sevilme; sevsinler de seveme; hiç derdin yokmuş gibi gül ve ağlarken öyle bir çağla ki içinde derdine damlayacak bir damla bile kalmamacasına... Bunların tümü güçlenmene yarayacak; bunu hep hatırla.

Etki, tepkiyi getirir. Kıvrılmak mı kırılmak mı daha iyidir?

Sen sen ol o balonu bileğine dolama; bırak parmak uçlarında dursun. Sen tatlı tatlı tutarsan o sana yol gösterecek kadar anlar rüzgarın da, fırtınanın da, güneşin de dilinden.

Hayat; çok güzel bir şey. O koca kafandaki kurgularınla, teorilerinle, genellemelerinle kirletme onu ey aptal! Biraz rahat bırakırsan sana tüm renklerini gösterecek bir gökkuşağıdır hayat. Sen siyah ve beyazı görmeye çalıştıkça aradaki renkleri göremezsin oysa. Sadece yavaşla biraz. Yavaşla ve derin derin soluklar doldur kaburgalarının arasına. Elbette yüzünde kocaman ve içten bir gülümsemeyle. J


Gülün diye buldum buluşturdum bu kedicikleri, kualalar yerine! :)


15 Aralık 2013 Pazar

Tatlı bir kış akşamı bu!


Ayım var penceremde...

Sobam sıcacık...

Mandalina ve elma yedim...

Kazım söylüyor... 






Çamaşırlarım kuruyor bir yandan, yemek için kızarttığım ekmek kokusuna karışık...

Battaniyemi örtündüm ve uzandım...

Mumlarımın ışığı titreşiyor...

Tatlı bir kış akşamı...

13 Aralık 2013 Cuma

Parmak uçlarımda bir sızısın Istanbul, bu kış soğuğunda...

Geceleri daha başka seviyorum seni; teninin dokusu daha bir pürüzsüz doluyor parmak izimdeki çizgilerimin arasına... Daha bir sadesin, daha bir sessiz ama daha bir şenliklisin de aynı zamanda. Ayazlarda düşen kırağı gibi bembeyazsın dudaklarımda, karlı geceler gibi kıpkızılsın kirpiklerimde...

Bir ağız dolusu hüzünlü haykırışsın bazen, bazen gitar telinde, trompet nefesinde bir nota... Işıklarını çoğaltırken evlerin camlarında, hüzünlerini de dertlendiriyorsun tüten baca dumanlarında...

Ellerimle tutuyorum seni, nakışlı duvarlarında Beyoğlu'nun; mutsuz yüzlere boyanmış acımasız ifadelerin ardında bir parça umut gibi parlıyorsun göz bebeklerinde insancıklarının...

Bir insan çeşnisidir gidiyor; herkeste bir bıçkınlık, bir efelik... Sanki bir anda büyüleniveriyor herkes; karşı koyamadan kapılıveriyor ılık rehavetine serseriliğinin...

O tellere dokunan o eller, hangi ekmeği kavrar tuttuğu üç kuruşuyla? Ya o gözler? Hangi menemeni görür de içlenir, o menemenin altın sarısı yumurtasına? Çatlamış dudaklarında tüm gayretlere rağmen neşelenemeyen bir parçanın kalıntısı tizden, hangi dileği çıkarır o aralıktan geceye doğru dalarken?

Gecenin en güzel hali sokaktadır, çağıl çağıl yaşanan... O çok sevilen kar yağdı mı, sokakta yaşam çirkinleşir. Yerler, banklar soğur. Kuşlar, kediler, köpekler; yiyecek, içecek ve barınacak saçak altları aramaya başlarlar umutla ve titreyerek.

Şu cumbadan bakan parlak gözlü çocuklar, yarınları belirsiz, ellerindeki hırpani oyuncaklarıyla mutlu mutlu izlerler sokakları; tıpkı sıcacık evinde, yemeğinin bir kısmını yiyemediği için çöpe döken, liralarca eğlencelerde dağıtan senin gibi... Tüm hayat, sadece senin yaşadığından ibaret gibi sanki değil mi?

8 Aralık 2013 Pazar

Dağlar Olaydım...


Kazım söylüyor bir yandan, yine yollara vurduk...

Hava, buz gibi; ellerini ceplerinden çıkardığın anda derini delip etine işleyen muhteşem güzel bir soğuk var. Çehrenin derisini geren, ruhunun sıcaklığına meydan okurcasına savrulan o kibirli saçlarıdır rüzgarın...


Kartepe'ye tipi inerken gökyüzünde yıldız yağmuru var; tıpkı bir çocuğun yeni oyunlarına duyduğu açlık gibi göz göre göre nefesimi kesmesine izin veriyorum...


Gözlerimde uykularım, aklımda karlı dağlar...


Sıklıkla düşünüyorum: Erkek oğul olaydım, dağlar olaydım...
http://www.youtube.com/watch?v=y8Q1SSVKSHg

Anneciğime ve babacığıma sonsuz saygı ve minnetlerimle...

6 Aralık 2013 Cuma

Bazen... Biliyorum... Ama... Bilmelisin ki...

Bazen sakin kalmak çok zor olabiliyor; biliyorum...
Bazen yanıtsız durmak çıldırtıcı olur; biliyorum...
Bazen anlattıklarımız yetersiz kalır; biliyorum...
Bazen haykırmak isteriz, ama o kadar yanlış bir zamanda ve o kadar yanlış bir yerdeyizdir ki yapamayız; biliyorum...
Bazen ağlamak ya da kızmak isteriz ama böyle bir lüksümüz olmaz; biliyorum...
Bazen sabrımızın son damlasının tükendiği anlarda kendimizi gezegende yapayalnız hissederiz; biliyorum...

Ama...

Bilmelisin ki zorluklar geçicidir.
Bilmelisin ki insanlar değişkendir.
Bilmelisin ki her zorluk senin güçlenmen için çok değerli birer sınavdır.
Bilmelisin ki sinirlenmek ve üzülmek sadece seni yorar ve sana hiçbir fayda sağlamaz.
Bilmelisin ki kendini doğru anlattığın halde anlaşılmayabilirsin; çünkü anlaşıldığın kadar anlatabiliyor olursun her zaman için.
Bilmelisin ki fırtınanın ardından göreceğin gökyüzünün güzelliğini başka hiçbir hava koşulunda göremezsin.
Bilmelisin ki Tanrı, her birimiz için ayrı ayrı mükemmel hikayeler tasarlamıştır; hayatta olan her şey, iyi ki o şekilde olmuştur; çünkü eğer o şekilde olmazsa o mükemmel mutlu sona varamayız.

Mevlana der ki "Bir lafa bakarım laf mı diye, bir söyleyene bakarım adam mı diye..."

Son söz:

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsen
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir

Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Ma'nisi ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir

3 Aralık 2013 Salı

Gecenin ipeğini günün atlasına dokurum!

Kış gecelerinde, başka bir düşünce alıyor göz kapaklarımı ağırlığınca aşağı doğru çekiştiren... Ben sıcacık evciğimde soluklanırken hayatın keşmekeşinden saklanmış, sokaklarda içi titreyen karnı guruldayanlar var. Kimi bir yudum sevgiye açlığından yorgun argın sokak ışıklarını gözleyen hayvancık, kimi paçalarından içeri giren soğuğun ürpertisiyle bir kartonun üzerine kıvrılmış, bir sokak köpeğini bağrına basmış bir ademcik...

Bu gece, sadece 30 dakika, kesiliverdi elektrik evimde; ne hissettim biliyor musunuz, elleri üşümüş bir çocuğun gözlerindeki buğunun sıcaklığının ciğerimi yaktığını hissettim! Yaşıtları, annesinin soyduğu portakal kabuğunun kokusuyla şımarırken, ağzı burnu kir pas içindeki o kömür gözlü çocuğun ışıl ışıl hayatın koynunda eriyişini ve güçlenişini hissettim...

Sokakların söylediği ninnileri taşır rüzgar bir çocuktan, bir diğerine. Her çocuk, umut besler içinde; biraz daha erken eve gidebilmeyi, bir gün o vitrindeki oyuncağı alabilmeyi, doya doya ikinci kase çorbasının dibini, ikinci dilim ekmeğiyle sıyırabilmeyi... Her çocuk, hayatın acımasızca bir sorgusudur, yüzümüze çarpan bir tokat gibi... Sokağın erkek ve kız oğullarıysa hayatın kayırdığı adalet abideleridir, yüreklerindeki insanlık ve saflığı asla yitirmeyecek olan...

Bilin ki, hiçbirimiz onlar kadar güçlü ve onlar kadar adil olamayacağız bu hayatta ve hiçbirimizin üzerine doğan güneş, onların gözlerindeki umuttan daha huzurlu ve aydınlık olmayacak dünya durdukça...



Uyu çocuğum, küçümen gözlerini yum...
Gecenin ipeğini, günün atlasına dokurum!
Ver minicik ellerini, kurban olduğum,
Ben senin, kışın, güneşin olurum!