28 Aralık 2014 Pazar

Duayı Yaşamak, Yalnız Kaldıkça Örtüşüyor...

Tanrı'yla aram iyidir; oldukça iyidir hem de... Ben isterim o verir. Eğer vermiyorsa mutlaka daha güzel planları vardır benim için; bunu bilir ve ona gözü kapalı şekilde güvenirim.

Dualarım, beni utandırmaması, iyilerle karşılaştırması ve kötüleri benden uzaklaştırması yönündedir hep. Tüm saf duygularımla gülümserim onu düşlerken ve gözlerim dolar ürperen bedenimin ruhumdaki saflığın karşısındaki değersizliğiyle...

Hayatım boyunca ne 51'de taş çaldım ne de King'te kağıt... Hak etmediğim hiçbir şeyi elde etmek istemedim. Hakkaniyetli olmak için çabaladım ve müşterilerimden hak etmediğim bahşişleri bile almadım. Birçok insan bunu aptallık olarak nitelendirir çünkü "Türk Zihniyeti" olarak utanarak nitelendirdiğim kabuğa bürünmüş bir fikir dünyasının mahkumu zavallılardır.

Bir gün, siparişinde yanlışlık olan müşterim hesabı öderken kredi kartından bahşiş çektirmek istedi. Böyle bir şey yapamadığımı ve zaten de bunu hiç hak etmediğimi söyledim üzgün ve utanmış bir ifadeyle; kusursuz servisimi, siparişte yaptığım yanlışlıkla lekelemiştim...Üzülmüştü bir parça çünkü müşteri olarak tek beklentisi kusursuz servisti. Bahşiş bırakmadan gitti. Gerçekten istemeden bırakacağı bir bahşişi almak istemedim çünkü sadece nezaketen ve benim insani olarak bir hata yaptığımı düşünerek bahşiş bırakmak istedi. Bunu onuruma yediremem.

Benim dünyamda bunun adı "erdemli ve prensipli olmak" tır. Kendimi çiğnediğim anda hayatla bağım kopar; kendimi çiğnediğim bir yaşam, bana onursuzluk getirir ve bu ağır yükle yaşayamam. 

Neden iş değişikliği yaptığımı soran, girdiğim işlerde sürekli sorun yaşadığım için koyun sürüsüne uyup bana kabahat bulanlara:

TR'de "güzel iş" anlayışı:
Az çalışarak
Dedikodu yaparak
Yapılması gereken işleri yapmadan
Bencilce ve sadece kendi işi yürüyecek şekilde
Günü kurtararak
Bireysel çıkarlarını gözeterek
Olabilecek en pasif şekilde
Çalışma arkadaşına zarar verip ceza alınmadan ve bazen ödüllendirilerek
İyi niyetleri suistimal ederek
Psikolojik taciz uygulayarak
Tehditle ve hak yiyerek
Kurumsal kimlik değil, bireysellik önemsenerek çalışılan iş.

Normalde "güzel iş" anlayışı:
Yapılması gerekenleri yapıp
Profesyonel şekilde
Sadece işini iyi şekilde yaparak
Yaptığı işi ve şirketini geliştirmeye çalışarak
Proaktif
Çalışma arkadaşlarının açıklarını kapatmaya çalışıp onları tamamlayarak
Hakkaniyeti gözeterek
Kurumsal kimliği özümseyerek çalışılan iş.
Çalışkan, pratik, zeki, tedbirli, aklı başında, saygılı, dürüst, güler yüzlü, hakkaniyetli, iyi aile terbiyesi almış ve öğrenmeye meraklı insanlar, Türkiye'nin iş hayatındaki her sektörde, görmezden gelinirler, aşağılanırlar, yalnızlaştırılırlar, tehdit edilirler ve dışlanırlar. Yalnız, eninde sonunda erdemli ve prensipli davranışları ödüllendirilir. Tek yapmaları gereken, yılmadan ve tüm zorluklara göğüs gererek çabalamak ve savaşmaktır zor koşulların her biriyle... Nefesleri kesildikçe bunun nedeninin Tanrı'nın onları güçlendirmek için tasarladığı bir eğitim olduğunu adlarından daha iyi bilirler...

Tanrı onları sever, kollar, korur, izler, görür, duyar ve onlara dokunur.

Şükürler olsun...

Amin.

2 Aralık 2014 Salı

Görebilmek; Karanlıkta Bile...

İki gün önce, sonunda zamanımı ayarlayıp hiç gecikmeden işte olabilecek şekilde evden çıkmıştım. Metrodan inip her zaman olduğu gibi işe yürürken asansöre bir görme engelli bey yöneldi. Yardımcı olduk ve bindi bizimle beraber asansöre. İnince yardım ister mi diye sordum ve koluna girip yolda ilerlemeye onunla beraber hoş sohbeti eşliğinde devam ettim.

Bana Karanlıkta Diyalogtan söz etti. İlk başından beri gitmeyi çok istediğimi ama bir türlü bütçemi denkleştiremediğim için gidemediğimi söyledim. Meğer orada rehbermiş ve beni davet etti Sevgili Harun Sarıkaya... Pırıl pırıl bir sesi ve harika bir aurası var. Netliği karşısında kendinizi buğulanmış camlar gibi hissediyorsunuz...

Bugün http://www.biletix.com/etkinlik-grup/66384260/ISTANBUL/tr buradan bilet alıp sizin de deneyimleyebileceğiniz muhteşem bir deneyim yaşattı bana Sevgili Harun. İlk 5 dakika gözyaşlarımı tutamadım, bu özel grubun gördüğü çirkin ve anlayışsızca bencillikler aklıma geldikçe... Ses çıkarmadığım halde, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken "Lütfen üzülmeyin!" dedi Harun sanki beni görmüşcesine; benimki hissettiğim empatinin ağırlığındandı. "Sadece çok duygulandım; ben biraz hassas biriyim. Farkındalığım yüksek olduğu için etkilenme şeklim daha farklı ve ağır olabiliyor..." dedim.

Üç ay koltuk değneği kullandığım süre içinde aynı duyguları yaşamıştım: Gaza ve frene aynı anda basmak ve hiçbirini tam olarak çalıştıramamak... Bu korkunç bir his; içinde olanı dışarı çıkaramamak ve bu çaresizlik hissine çare bulamamak... İşte bu durumun içindeyken öyle çareler üretiyorsunuz ki, diğer çoğunluktan çok daha tatlı yaşıyorsunuz hayatı aslında; çünkü çok daha fazla farkında oluyorsunuz birçok şeyin.

Dünyanın sizin algıladığınızdan farklı bir yer olduğunu o kafalarınıza sokup ona göre yaşamanız, bu dünyayı daha yaşanabilir kılacak tüm canlılar için! Birçok zaman anlaşılmamaktan dolayı çok mutlu oluyorum. Çok şükür...

3 Aralık 2014 Dünya Engelliler Günü'nden itibaren herkesin biraz daha "insan" olması dileklerimle...

27 Kasım 2014 Perşembe

Kalp Göçü: Tükürük

Kalbimiz göçmüş, beynimizle burada yaşıyoruz;
Beyin göçüm, kalp göçümden kaynaklanıyor dostlarım...
Bu ülke beni tükürüyor artık...
Karşılıksız bir memleket aşkıyla
Nazım gibi ölmekten korkuyorum...
Bize yakışan da bu acıyla ölmek belki;
Ederinden çoğunu sevmek,
Beklemek ve tükürülmek hep kaderimiz...

15 Ekim 2014 Çarşamba

Çizmeli Kedi



Çizmeler adeta baştan yapılırken ayağıma giydiğim plastik terliklerimle tüm tezgahları dolaşıp yanıma yolda atıştırmak için aldığım antep fıstıklı bitter çikolatalı drajelerden birer tane istemelerine -önce istemediler mahçup gülümseyip elleri kirli diye ve aslında nezaketen ikram ettiğimi düşünüp geri çevirdiler- rağmen yedeğim olduğunu ve bunu bayram çikolatası olarak kabul etmelerini söyleyerek beşer tane ikram ettim her boyacı şövalyeme.












Önemsiz sonuç: İndirimli ödeme alındı.
Hayat boyu hafızamda duracak sıcacık sonuç: Bugün 5 kişiye özellikle gülümsedim ve onlarla keyfimi, insanlığımı paylaştım. Tazecik çay geldi ikramdan hemen sonra! (Bu, benim için çok önemli çünkü "siz bizim ağzımızı tatlandırdınız; bu da bizden..." dediler... Duygularım tarifsiz...

9 Eylül 2014 Salı

Buğulanan Parlak Siyah Saçlar

http://www.youtube.com/watch?v=xaYQjSmabqY
Çox darıxdım aybalam men sizi...


"Vahit Dayı'm çok hastaymış..." dedi çaresiz bir ses tonuyla annem... Vahit Karaçanta... Gurbet siyahı saçlarını limon suyuyla parlatır geriye doğru tarardı, arka cebinden çıkardığı krem rengi ve sık dişli tarağıyla. Hep takım elbisesiyle hatırlıyorum büyük dayımı. Gözlükleri gözünde... Tam bir büyük dayı... Asil, güçlü, sevgi dolu, heyecanlı ve tok sesli azer oğlu...


Çocukken ben Acıbadem'e Lülü ve Zeynep ablaların yanına gelirdik. Büyük dayım ve Yıldız Yenge'min sıcacık kucaklamalarını hatırlarım. Çaylar içerler, gülüşürler, söyleşirler hep bir arada. Ben de o küçücük evin en küçücük konuğu olarak o tatlılıklardan sebeplenerek büyüdüm şanslıyım ki... Kim bilir ne dertler, ne hüzünler söylenirdi de ben sadece dondurma ve elma şekeri yer, komşu çocuklarla sokakta oynardım... Yıldız Yenge'min mutfağı, Vahit Dayı'mın krem rengi sık dişli arka cebindeki tarağı, Lülü ve Zeynep ablalarımın çantalarıydı hayat benim için orada... Mutlu ve hep huzurlu... Gülüşlerinin perdelediklerini benden köşe bucak gizlerlerdi...



Sonra büyüyünce bir şeyler olur ve uzaklaşırsınız, uzaklaştırılırsınız; ama onlar benim büyük dayım ve yengem ki, ben neden uzak kalıyorum? :( Hiç anlayamazsın... Anlatmazlar... "Çocuksun sen, anlamazsın!" Oysa aslında herkesten çok sana dokunur; anlayamazlar o yokluğun rüzgarındaki ürperişleri...



Yıllar sonra dün gittim o eve yine... Hiç değişmemiş... Yine sıcacık... Sanki dayımla yengem çarşıda pazarda gibiler; hissettim onları... O sokaktaki ağaçlar, o yol... Apartmanın girişinde öğretmencilik oynardık. Bu sefer oynamadım hiç... Oyun oynarken yanınca çıkarsınız oyundan. Lülü, Zeynep Abla'm ve ben çıktık oyundan...



Acıbadem; Yıldız ve Vahit Karaçanta'nın sıcaklıkları, Lülü ve Zeynep'in neşesidir benim için. Şimdi o banyonun penceresinden içeri sessizce sabır üfleyen iğne çamlarına bakıyoruz... Perdeleri uçuşan küçük mutfakta Umaç Helvası kavruluyor. Vahit gitmiş; o krem rengi tarağını cebine koyup Yıldız'la buluşmaya gitmiş... Uyuyacakmış Yıldız'ın kadın omzuna yorgun başı yaslı, bulutlara bakacakmış...


Yavuz Amca'm, anneannem, Pamuk Dede, cici anneannem, dayılarım birer birer toplayıp anılarını, kokularını da alıp bizi bırakıp gittiler... Hem de ben daha hiçbirine doyamadan...



"O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık." Yaşar Kemal

Vahit Karaçanta ve Yıldız Karaçanta'nın aziz anılarına ithafen...

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Sade -Yalnız- Kahve

Kahvem bitti; bugün belki alırım yine...

Aslında kahveyi hiç sevmedim. Kokusu midemi bulandırır... 2 haftadır içiyorum. Canım istiyor 2 haftadır her gün... Mine'yle konuşurken... Kahve...

Kahve, yalnız bir içkidir; oysa çay, sohbete düşkündür. Ben de kahveye sardım yalnızlığımdan sanırım. Artık öyle bir hal aldı, o kadar yoruyor ki kahvenin telvesini sıvıyorum ruhumun duvarına... Yalnızlığıma ilaç yaptım kahveyi... Mine de uzak ve kahveyi içerken o yanımda gibi... Enerjimi tam olarak karşılayan bir arkadaşım; yüreği tertemiz, asil biri... Ayrı iki farklı insanız ama çok örtüşen iki ruhuz... Kahveyi belki ondan hiç sevmedim. Yalnız hissettirdiği için.

Şimdiyse Mine'yi yanımda hissettiriyor. Biraz olsun içim ısınıyor. Yeniden kahve almak istemiyorum; bunu da annem almıştı zaten. Kahve alınca hayatımda insan kalmayacak gibi. Yalnız başına bir çınar gibi... Şekersiz çayımı özledim, güven kokan bir adamı özlediğim kadar...

Sen? Şeker ister misin?

Mine'ciğim, güzel arkadaşım... Seni seviyorum; iyi ki varsın... Canımsın...

24 Ağustos 2014 Pazar

Acı Toprak

İçin için yandı önce; sonra o kadar derinleşti ki acısı gürül gürül yanmaya başladı, sessizce ağlar gibi adeta... 

Toprak, ateşe kucak açtı acısı belki diner diye; içini açabildiğince ağlasın istedi.


Toprağın canının yanmaya başladığını ama arkadaşı için sessizce acıdığını gören rüzgar, koyu koyu üfledi söner belki ateşin yangını diye. Nafile...


Yağmur bir avuç dökülüverdi imdadına toprağın.


Yanan ateş, sadece yandıkça açtığı çukurda yok oldu; toprağın tek tedavisi kendisiydi çünkü...

Karac'oğlan Osman'a, sonsuz huzur dileklerimle ithaf ederim.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Sakızlı Kahve

Kocaman bir balon şişirip tekrar çiğnediğim sakızımı çıkarıp tabağın kenarına iliştirdim. Küçük ve temkinli bir yudum alıp tabaktan çıkan hafif çınlamayla fincanı yerine koydum. Düşündüm de dün, ben kahve sevmiyorum öyle ama 3 gündür bir kahve isteğidir gidiyor! Çaycıyım ben ya, kahve neden içiyorum ki?! Bu şaşırtıcı ama keyif de veren değişiklik dönemsel mi bilemiyorum ama çamaşırlar yıkanırken yaptığım kahveyi yudumlamak, inanılmaz bir keyif verdi bugün... Evimin içinde savrularak birbirine karışan yeni yıkanmış, tertemiz, mis gibi çamaşır ve tazecik acı kahve kokuları...

Kahve, yalnız bir içkidir; oysa çay, sohbete düşkündür... Ben de çay severim. Belki aslında insan sevmemden kaynaklıdır; bilemiyorum. Çay demek, insani ruhun sıcaklığı demek benim için. Kederin de, neşenin de sıcacık paylaşıldığı sohbetlere katıktır ince bellideki açık çayım...

Belki de bu ara fazla depresif bir yalnızlık yaşıyorum. Yalnız olmak, hep iyidir. Bedeller, hep kendinden kaynaklanır ve cesurcadır. O yüzden seviyorum aslında ama bazen zaaf anı olunca...

Kendimi bildim bileli kahve hep arka sıralarda kaldı. Süttür, çaydır, meyve suyudur harika ama kahve hep bir sıkıntılı geldi sanki, bir ağırlık...

Biraz Dolunay, biraz sıkıntı, biraz işsizlik, biraz hüzün, biraz hayal kırıklığı ve en çok da toprağa bulanmış ellerime ve dizlerime güç katma çabası için bir nefes alımlık durdurduğum zaman... Her düşüşümden sonra dizlerimdeki kronik yaralarım biraz daha azar ve ellerimle dizlerimi kavrayıp onları iyi ederim kendi kendime... Kanamalarını durdurur, yaraları temizleyip onlara pansuman yapar ve kollarıma tüm gücümü verip tekrar ayağa kalkarım daha da güçlenmiş şekilde...

Tanrı; kendisine gladyatör seçse sanırım biri ben olurdum ya da belki de öyle olmuşumdur bile...

Özgürlük ve adalet için sonsuz cesaret!

Bu kahve, iyi geldi...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Kum Adam

Kiliseleri çok seviyorum. Arada giderim. Oturup Tanrı'yla konuşurum. Saçımı okşar; bazen ağlarım kucağında sessizce... Her nerede olursam olayım, beni çok sevdiğini ve hep yanımda olduğunu bilirim. Birkaç yudum huzur fazlamla eve dönerim... Omzumda Tanrı'nın ılık nefesiyle sonraki sefere kadar ayakta kalmaya çalışırım...

Beni sürekli düşürüyor; dizlerimde büyük yaralar var ama her seferinde elimi toprağa öyle bir bastırıp ayağa kalkıyorum ki, yenilmez bir kum adam gibi çarpışıyorum uzun yıllardır... Biliyorum ki güçlenmem için böyle yapıyor ve daha iyi bir hayat yaşamam için beni korkusuz hale getirmeye çalışıyor. Belki de diğer ruhlardan daha çok benim yanımda; çünkü hep aklımda ve yaşattığı her şeyin kusursuz bir örgü içinde mükemmel bir yeri olduğunu bilirim. Tamamen teslim olunabilecek tek güvenilir varlık... Şükürler olsun... (Tanrı'ya)







7 Mayıs 2014 Çarşamba

7 Mayıs


Bana hayatımın ilk gününden beri bir şövalye gibi cesur ve asil, bir gladyatör kadar savaşçı ve dayanıklı, bir kızılderili kadar analitik ve bilge, bir samuray kadar onurlu ve sabırlı olmayı aşıladığının farkında olmadığını düşünüyorum sevgili babacığım...

Bu sabah, metroda işe gelirken hayatımda tanıdığım en mükemmel insanlardan biri olduğunu düşündüm...

Yazmak istediğim çok şey var ama yazacak kadar bilge değilim...

İyi ki benim babamsın... Seni seviyorum, iyi ki doğdun...

Kaşkolun.

Bir kız evladın hayatında şu ana denk başka hiçbir an yoktur:


Babalar, kızlarının kahramanlarıdırlar...

23 Nisan 2014 Çarşamba

"Bugün 23 Nisan..."




"Bugün 23 Nisan..."

Rahat uyuyun kardeşlerim; biz sizin yerinize sobeleyeceğiz!






"Öyle bir ağlasam,
Öyle bir ağlasam ki çocuklar
Size hiç gözyaşı kalmasa...

Öyle bir aç kalsam,
Öyle bir aç kalsam ki çocuklar
Size hiç açlık kalmasa...

Öyle bir ölsem,
Öyle bir ölsem ki çocuklar
Size hiç ölüm kalmasa..." Aziz NESİN

4 Mart 2014 Salı

Nohut Bakkalı


İlkokul 2. sınıftaydım. Elazığ'da, bizim okulun karşısında pis bir bakkal vardı. Bütün dükkan böyle leş gibi. Bakkal amca, gazete kağıdından külah yapar haşlanmış nohutları o külahta satardı.


Anneme söylediğimde beni tembihlemişti yememem için. Biliyorum ki o leş gibi dükkan yüzünden hiç istemiyordu yememi. Ben o çok merak ettiğim nohutlardan hiç yiyemedim...

Annem, almamam için sıkı sıkı tembihlemişti beni ve ben de annemin sözünden çıkmazdım hiç. Evde bir gün haşladı nohutları annem ben tutturunca; tatmin olur muyum hiç? Tutturdum gazete kağıdından külah diye. :) Yedim bir güzel...


Biliyor musunuz, o bakkaldaki nohutlar hep içimde kalmıştır.

27 Şubat 2014 Perşembe

Fidan...

Deniz... Deniz, ona dokunmadan derininde kaybolabildiğin bir rüya... Alev alev bir tutku halinde omurgamı çatırdatan bitmez bir özlem saç telimde... O yoksa ben de yokum...

NOT: Denize ne kadar tutkun olduğumu, beni tanıyan herkes bilir. Denizi özlediğim için yazmıştım bunu; Deniz Gezmiş'le ilgili değildi başta ama son noktayı koyunca fark ettim ki ona pek yakıştı.

Sen rahat uyu güzel fidan; biz uyandık artık...

27 Şubat 1947 - 6 Mayıs 1972

Fotoğrafın çekildiği tarih: 5 Mayıs 1972 idamlarının bir gün öncesi. Yer: Mamak Cezaevi avlusu. 6 Mayıs'ın 38. yıl dönümü törenlerine birkaç gün kala ... Fotoğrafı, bir askerin çekmek istediği biliniyor.


"Haydi bana eyvallah!"

22 Şubat 2014 Cumartesi

Su, hayattır; her nerede olursa olsun...

İşlerimi toparlamış eve gitmek üzere şirketten henüz çıkmıştım. Kanyon'un yan kapısına 30 metre kala telefonum çaldı. Annemdi; okuyunca kalbimin eridiğini hissettim: "Özümcüm, Su melek oldu yavrum..."

Hisli biriyimdir ve çok önceden bazı şeyleri çok net hissederim. O gün de inanılmaz bir sıkıntı vardı içimde; içim içime sığmıyordu. Bir küçük ayrıntı daha var ki, iyileştiğini sanıyordum ben. Bu haber beni çok sarsmıştı...

Lisenin ilk yılında ailelerimizin 40'a yakın yıllık ahbaplığı sayesinde tanıştık biz. Farklı okullarda okuyorduk ama Bostanlı çocuğuyduk ikimizde. Çok sevdiği, 2 numara terrier bir köpeği vardı; adı Milka'ydı. Sütlü kahve rengi olduğu için bu adı takmıştı ona. Milka çikolatanın, Joop ve Fahrenheit parfümlerinin, Aerosmith'in Cryin' parçasının piyasadaki ilk zamanlarıydı aynı zamanda o yıllar... 1993...

Haftanın 1-2 günü aile ziyaretlerinde görüşüyorduk; kaynaşmıştık hemen. Milka'yı dışarı çıkarıyor, bir yandan da keyifli sohbetler ediyorduk.

Yıllar geçti... Hasta olduğunu öğrendik... Çok fazla görüşemiyorduk artık... Güzel Sanatlar okuduğunu ve sonra bir dönem Kanada'ya teyzesinin yanına gittiğini öğrendim annemden. Ne zaman olduğunu hatırlamıyorum ama göğsünün biri alındı. Çok duygusal, tatlı, neşeli ve hayat dolu biriydi. Gamzeleri vardı yanaklarında; kısa küt saçları ve kulağında halka gümüş küpeleri... Hafif balık etli, inanılmaz güleç ve şefkatli biriydi...

Uzun yıllar uzak kaldık. Birçok kez taşındılar daha iyi olabilmesi için...

Annemin yazdığı tümce içime döküldü o an. Yerimde kalakaldığımı sonra iş yerime geri döndüğümde kapıda Yavuz'un bana tuhaf tuhaf baktığını hatırlıyorum "N'oldu?" derken... "Bir dakika, çok kötü, kötü oldu çok. Dur bir dakika..." dedim sesim titrerken merdivenleri çıkmaya çalışarak. Masanın birine oturup ağladığımı hatırlıyorum hıçkıra hıçkıra...

Nedense o günlerde hep bu parçayı dinlemek istedim metroda, iş yerinde, evde, yürürken... Ama aklıma geldin her seferinde ve ağlamaktan bir türlü dinleyemedim... Sanki bu parçayı http://www.youtube.com/watch?v=UgAFcvIw8J4 çok seviyormuşsun da seni uğurlarken çalınsın istiyormuşsun gibi garip bir his kapladı içimi...

Şimdi, doyamadığım, tadı damağımda kalan tatlı arkadaşlığımızı öyle özlüyorum ki... Saçları, gülüşü, gamzeleri, kahkahaları gözümün önünden gitmiyor...

Rahat uyu canımın içi, güzel gülüşlü tatlı arkadaşım... Seni çok özlüyorum...







Su Okumuş'un hatırasına derin özlemimle...

 

6 Ocak 2014 Pazartesi

Ayak Bileklerime Sıvanmış Tuzlu Kumlar

Biraz uyuduktan sonra uyanıp yatağıma yattım ve uykusuzluğun kalleşçe böldüğü gecemi böyle sürdürdüm: http://www.youtube.com/watch?v=2lCbxwTDn_c

Ne kadar beklenmedik bir an ve ne kadar beklenmedik duygular bunlar yine; yine gecenin koynunda...

Bu parçayı, tesadüfen bulmuştum yıllar önce. Bu parçada hep bir yalnızlık, hep bir dimdik durup ağlayış yatar benim için... Gökte tüysü kümülüsler, güneş kehribar gibi ışıltılı ve denizin rengi turkuazdan maviye döner hayallerimde. Üzerimde beyaz, şile bezi bir elbise uçuşur; ayak bileklerimde dalgaların nanemsi ferahlatıcı dokunuşları... Ayaklarım çıplak, sahil boyunca yürüyorum, parça fonda çalarken. Saçlarım yüzüme uçtukça elimle kenara doğru kıvırıyorum maviliklerimi kapatamasınlar diye. Uçsuz bir huzur ahengi oluşunca ruhumda gülümsüyorum iç çekerek... Yalnızım ama çok mutluyum. Güneşten bir uçurtma ve deniz kumundan bir kızak... Gözlerimde biraz hüzün, dilimde biraz buruk bir tat var ama zaten hiçbir şey kalıcı değil biliyorum ki; ne sen kalıcısın ne de sensizlik kalıcı...

Adım aldıkça arkada kalan ayağım bir parça gömülüyor ıslak kumlara; gölgemi yetiremiyorum kumları serinletmeye denizin yettiği kadar. Arada bir vücudumun ağırlığını taşıyamayacak oluyorum, sendeleyecekken toparlanıyorum tekrar. Sanki düşersem şarkı bitecek, renkler solacak ve gülümsememi Pandora çalıp kaçacak gibi; o yüzden direniyorum. Ayakta kalmalıyım, tek başıma ve dimdik...

Keşke bir kabus olsaydı bu... Saat çok geç olmuş; uyumayı denemeliyim sanırım, kabuslardan korksam da...

4 Ocak 2014 Cumartesi

Biri Ağzımın Kenarlarını Yerden Kaldırabilir mi Lütfen?

Melihat söyler durur tatlı tatlı; Yeniay göğün karanlığına bürünür Süleymaniye'nin tepesinde... Anılarım yanı başımda... Gözlerim nemlensin isterim ama doymuş neme tenim artık, ısınmak ister nemin buharıyla...

Ayın bir ucu hüznüme bir ucu neşeme takılı; gerildikçe açılıyor aradaki uzaklık... İyi mi, kötü mü bilemem bir türlü... Belki de aynı anda olmalı ikisi de yüzümde. Hüznün ağırlığını taşıtan neşe olmasın sakın? Haliç'in ıssız mahremine boğup geçmişi, geleceğimi Süleymaniye'ye döndürürüm ellerim bitap...

Yıldız topluyorum gözlerimle, sarkaçtan aşağı dökülen kuyruklarına uzanıyorum, kirpiklerimi göğe batırarak. Ayakucumda yükselip umutla uzatıyorum ellerimi bulutlara... Umut... Hayatı tek sürdüren o değil mi zaten be? Ellerimiz hep soğuk, gözlerimiz hep hüzünlü olsa hayat, yine böyle yaşanır mıydı sevgi yoksunluğunda?

Hüznü neşeye mayalamayı bileceksin, nefreti sabra ve anlayışa; cahilliğini bilginle törpüleyip öğreneceksin ki insanlık halidir kaderin elindeki o eski bendirin tedirgin sesleri...